* Cömertlik
ve yardım etmede akarsu gibi ol.
28 Aralık 2012 Cuma
Mevlana'nın Yedi Öğüdü...
Yeni bir yıla girerken hepimiz için...
* Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
* Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol.
* Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
* Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
* Hoşgörüde deniz gibi ol.
* Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol
18 Aralık 2012 Salı
Arrow...
Arrow, teknesi okyanusta kaza
geçirip parçalanan, milyoner playboy Oliver Queen’in, ıssız bir adada 5 yıl
geçirdikten sonra, tesadüfen küçük bir balıkçı teknesi tarafından kurtarılmasıyla
başlıyor.
Her bölümde biraz biraz kazanın
nasıl olduğunu, kaza sırasında teknede kimler olduğunu, sonrasında yaşananları,
Oliver’in adaya nasıl çıktığını ve yalnız olduğunu düşündüğü adada kimlerle
karşılaştığını, 5 yıllık bir süreçte ne gibi bir değişim geçirdiğini, nasıl
kurtulduğunu, şehre döndüğünde ne bulmayı umduğunu, ne bulduğunu, nasıl biri
olarak kaybolduğunu ve nasıl biri olarak geri döndüğünü, nasıl bir misyonu,
niçin yüklendiğini ve bu yolda karşısına çıkan zorlukları izliyoruz.
Hikayenin çok bilindikmiş gibi
başlayıp esasında karmaşık bir bulmaca gibi olduğunu gördüğümde dizi beni çok
sardı. Birçok kişi de böyle düşünmüş olmalı ki, IMDB Puanı: 8.4
Başroldeki Stephan Amell’i çok tanımıyordum ama esas kız rolündeki Katie Cassidy’i Supernatural, Harper’s
Island ve Gossip Girl’den hatırlayabilirsiniz. Diğer önemli rollerde, Dexter’dan
tanıdığımız David Ramsey ve her daim
asalet timsali Susanna Thompson var.
Benim için dizinin süprizi ise,
yıllarca Dr. Who ve Torchwood’da Captain Jack Harkness olarak izlediğimiz John Barrowman’le, giderek önem kazanan
bir rolde karşılaşmak oldu.
17 Aralık 2012 Pazartesi
Etme.../ Mevlana...
Rivayete göre;
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme...
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme...
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme...
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme...
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme...
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme...
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme...
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme…
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme!!
Yıllar sonra iki olağanüstü yorum geldi bu yakarışa...
Diğeri Tuncel Kurtiz'den...
Mevlana ve Şems, yolları kesiştikten sonraki günler ve geceler boyu ilahi sohbetlere dalarmış. İkisi birlikte köşeye çekilerek tüm vakitlerini bu sohbetlere adarlarmış. O dönemde Mevlana otuz sekiz, Şems altmış yaşındaymış. Haklarında dedikodular o zamanlarda da şiddetiyle vuk-u bulurmuş ve Şems dayanamayıp, Konya'yı terk etmiş ve Şam'a yerleşmiş. Bir yıl sonra Şems, Mevlana'nın mektubuna karşılık vererek Konya'ya geri dönmüş. Mevlana havalara uçmuş, yüzü tekrar gülmeye başlamış. Fakat günlerce süren sohbetler akabinde dedikodular tekrar başlamış ve Şems bu sefer dönmemek üzere ortadan kaybolmuş.
Mevlana üzüntüsünden kahrolmuş, Şems'i aramak için iki kez Şam'a gitmiş ama bulamamış. Şems'i bulma umutlarını yitiren Mevlana, onun fiziksel varlığından ya da yokluğundan vazgeçip ve manen Şems ile, onun hayaliyle yaşamaya başlamış.
Şems, Mevlana'yı ve Konya'yı terk etmeye karar verdiği zaman, Mevlana ona "etme" diye yalvarmış, Etme!...
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme...
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme...
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme...
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme...
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme...
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme...
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme...
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme…
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme!!
Yıllar sonra iki olağanüstü yorum geldi bu yakarışa...
Diğeri Tuncel Kurtiz'den...
13 Aralık 2012 Perşembe
Bekle Beni! / Konstantin Simonov...
Konstantin Simonov'un sevgilisi Valentino Serova'ya yazığı, dünyanın en sevilen şiirlerinden biridir, Bekle Beni... Savaşın kanlı günlerinde, Konstantin sürekli düşündüğü büyük aşkı Valentino'ya seslenmiştir:
Bekle beni, döneceğim
Bütün direncinle bekle beni.
Bekle hüzün yağmurları
Gökyüzünü kaplayınca,
Karakış üşütürken bekle,
Sarısıcaklar yakarken bekle.
Kimseler beklemezken bekle beni,
Unut anılarla yüklü bir geçmişi
Ne bir mektup ne bir haber
Gelmesin ne çıkar, bekle beni
Bekle beni döneceğim
Bekle, yalnızca sen bekle beni.
Bekle beni döneceğim, bırak
Beklemekten usanmış dostlarım
Oğlum, anam, yoldaşlarım
Öldüğümü sansınlar benim
Umudu kesip bir ateşin başında
Beni yadedip içsinler ama sen
İçme sakın yürek acısı o şaraptan
İnançla, sabırla bekle beni.
Bekle beni, döneceğim
Tüm ölümlere inat bekle.
Çünkü o büyük bekleyişin
Düşman ateşinden kurtaracak beni.
Bekle kızgın sıcaklar içinde,
Karlar savrulurken bekle beni,
Yalnızca seninle ben, ikimiz
Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;
O sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.
Kimseler beklemezken
Beni beklediğini...
Savaş sonunda Valentino'suna kavuşmuştur Konstantin ancak bir zaman sonra, Valentino'nun onu kendisi kadar sevmediğini düşünüp ayrılmıştır...
Yıllar geçer ve Valentino Simonov vefat eder. Görevliler ertesi sabah mezarında, üzerinde "bekle beni" yazan bir kart bulunan, bir hercai menekşe bulurlar...
Bekle beni, döneceğim
Bütün direncinle bekle beni.
Bekle hüzün yağmurları
Gökyüzünü kaplayınca,
Karakış üşütürken bekle,
Sarısıcaklar yakarken bekle.
Kimseler beklemezken bekle beni,
Unut anılarla yüklü bir geçmişi
Ne bir mektup ne bir haber
Gelmesin ne çıkar, bekle beni
Bekle beni döneceğim
Bekle, yalnızca sen bekle beni.
Bekle beni döneceğim, bırak
Beklemekten usanmış dostlarım
Oğlum, anam, yoldaşlarım
Öldüğümü sansınlar benim
Umudu kesip bir ateşin başında
Beni yadedip içsinler ama sen
İçme sakın yürek acısı o şaraptan
İnançla, sabırla bekle beni.
Bekle beni, döneceğim
Tüm ölümlere inat bekle.
Çünkü o büyük bekleyişin
Düşman ateşinden kurtaracak beni.
Bekle kızgın sıcaklar içinde,
Karlar savrulurken bekle beni,
Yalnızca seninle ben, ikimiz
Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;
O sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.
Kimseler beklemezken
Beni beklediğini...
Savaş sonunda Valentino'suna kavuşmuştur Konstantin ancak bir zaman sonra, Valentino'nun onu kendisi kadar sevmediğini düşünüp ayrılmıştır...
Yıllar geçer ve Valentino Simonov vefat eder. Görevliler ertesi sabah mezarında, üzerinde "bekle beni" yazan bir kart bulunan, bir hercai menekşe bulurlar...
11 Aralık 2012 Salı
Gabriel'in Cehennemi...
Her öncü/iyi işte olduğu gibi,
Fifty Shades of Grey (FSOG) serisinin/tarzının da takipçileri geldi arkadan.
Takipçilerin kimi bu rüzgardan olumlu, kimi ise olumsuz etkilendi. İşte “Gabriel’in Cehennemi”, özünde, arka
planı sağlam, romantik bir aşk hikayesi olması haricinde, FSOG ile uzaktan
yakından ilgisi olmayan – en azından ilk kitap itibariyle – ama yayıncısı
tarafından piyasaya bu şekilde lanse edilen bir kitap / seri oldu. FSOG
serisini çok sevmiş, bununla ilgili de ciddi bir kulis yapmış biri olarak şunu
söyleyebilirim ki, Sylvain Reynard’ın yine toplamda 3 kitap olacak serisi,
altyapı olarak FSOG’in 2-3 gömlek üstünde.
Serinin ilk kitabı olan Gabriel’in
Cehennemi (Gabriel’s Inferno), Kanada Toronto Üniversitesi’nde Dante
Profesörü olan, elbette çok yakışıklı, Gabriel Emerson’la, kendisine 7-8
yaşından beri aşık, şu anda da yüksek lisans dersinde öğrencisi olan
Julianne’ın ilişkisini, çiftin yaşadığı gel – git’leri, Dante Alighieri (1265-1321)’nin dünyaca ünlü eseri İlahi Komedya’nın üzerine kurgulayarak
anlatıyor ve kitaplar da aynı Komedya’daki bölümleri takip ediyor; Inferno /
Cehennem, Purgetory / Araf, Paradise / Cennet...
Bildiğiniz gibi, İlahi Komedya, Dante tarafından 14.
yüzyılın ilk yarısında yazılmış, İtalyan edebiyatının en meşhur epik şiiri ve
dünya edebiyatının önemli bir başyapıtı.
Komedya'da Dante, ölüm sonrası
sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennette geçen seyahati, hikâyenin kahramanı da
olan kendisinin ağzından anlatır. Orta Çağda "Komedya", "Tragedya'nın"
aksine sonu iyi biten hikâye anlamına gelirmiş. Yani, eserin adındaki "Komedya"
kelimesi, öyküsünün güldürü unsurları taşıdığı anlamına gelmiyormuş.
Orta Çağ ile Rönesans arasındaki
geçiş döneminde yazılmış ortaçağın döneminin bu şiiri, hayalgücü ve alegorik
tasavvuru, ölüm sonrası hayatı anlattığı öyküsü ile Hristiyan batı kiliseleri
tarafından benimsenmiş. Eserin orijinal adı "Komedya" olduğu halde,
1360 yılında Giovanni Boccaccio tarafından başına "İlahi" kelimesi eklenerek
Hristiyanlaştırılmış. Toskana lehçesi ile yazılan eser, bu lehçenin modern
İtalyan dili olarak gelişmesine de yardım etmiş.
İlk kitabın hoş, yazara göre de
oldukça anlamlı bir kapağı var. Yazar Sylvain Reynard’ın anlattığına göre
kapağın detayları şöyle kurgulanmış:
Alevler
Kahramanımız Profesöt Emerson,
içinde bulunduğu koşullar itibariyle varlığını hep Dante’nin koşullarına göre
yorumluyor.Kapaktaki alevler ve kitabın ismi, Gabriel’in kendini nasıl
tanımladığının bir yansıması. Profesörümüz kendini “Cehennemde” görüyor. Kitabın
devamını da göz önünde bulundurarak, yazar kapaktan Cehennem’den bir sembol,
elbette ki alevleri kullanmayı çok uygun bulmuş.
Erkek Figürü
Bu figürün önemini anlatabilmek
için öncelikle Auguste Rodin’in eserlerine bir göz atmakta fayda var. 1840 – 1917
tarihleri arasında yaşayan Rodin’in, belki de en bilinen iki eseri Düşünen Adam
(The Thinker) ve Öpücük (The Kiss). Daha az bilinen ise, bu iki eserin de,
Dante’nin Cehennemi’nden esinlenerek yapılan daha büyük bir işin parçaları
olduğudur.
1880 yılında, Rodin, Cehennemin
Kapısı / Gate of Hell, isimli anıtsal kapıyı yapması için görevlendirilir.
Kapının ortasında, en yukarıda
çok tanıdık bir figür oturur, Düşünen Adam / The Thinker. Ama kimdir bu Düşünen
Adam? Rodin’e göre, bu Dante veya kendisi olabilir. Keza sonra kendisi figürü,
The Poet / Şair, olarak tekrar isimlendirmiştir. Fakat demiş yazar, ben hala
Düşünen Adam’ı, Dante olarak tanımlamayı seçiyorum.
Gabriel’in Cehennemi’nin
kapağında, üstte, Rodin’in Düşünen adamı’na benzeyen, ancak iki ilgi çekici
farkı olan, bir erkek figürü görüyoruz. Düşünen Adam, elini çensinin altında
yumruk yapmışken, kapaktaki figür, iki elini birleştirmiş. Her ne kadar iki
figür de düşünceye dalmış gibi gözükse de, kapaktaki figürümüzün aşağıya bakan
gözleri, düşünmenin ötesinde bir eylem sergilediği fikrini veriyor.
Sevgililer
Kitabın kapağındaki son imajda,
çıplak olarak birbirlerine sarılmış, bir kadın ve adam görüyoruz. Kadının yüzü
yana dönmüş ve eli sevgilisinin saçlarında kaybolmuş. Adam ise, kadına sıkıca
sarılmış, ağzı omzunun üstüne gömülmüş, elleri ise sırtını okşuyor. Sarılmaları
nazik ama neredeyse umutsuz, ve
öpüşmüyorlar. Belki adam kadının omzunu öpüyor ama tam olarak emin olamıyoruz.
Kadına fısıldıyor, saedce omzunda dinlenip, içinde bulunduğu anın tadını
çıkartıyor veya belki de göz yaşı döküyor olabilir.
Bir kez daha, bu imajın anlamını
keşfetmek için, Rodin’in Cehennemin Kapısı isimli eserine bakmak zorundayız.
Cehennemin Kapısı’ndaki, Paolo ve Francesca’nın bu heykeli daha sonra The Kiss
/ Öpücük olarak adlandırılmış. Paolo ve Francesca’nın hikayesi, kitabın bir
bölümünde, Profesör Emerson tarafından anlatılıyor. Özetlemek gerekirse,
işledikleri şehvet günahı yüzünden, trajik ölümlerinde sonra, cehenneme
gönderiliyorlar. Rodin’in eseri, iki sevgili arasındaki tutkunun, tam dudakları
birleşmeden önceki anını, bize gösteriyor. İki figürde çıplak ve birbirine
sarılmış. Francesca’nın kolu, Paolo’nun boynuna sarılmış. Her ne kadar heykel
The Kiss / Öpücük olarak adlandırılsa da, çiftimiz gerçekte öpüşmüyor.
Tüm bu saydıklarımız, kapaktaki
çıplak çift için de söylenebilir. Birbirlerine tutkuyla sarılmışlar ama
öpüşmüyorlar. Her ne kadar pozisyonları ihtiraslı gibi dursa da, esasında bir
şehvet ateşi gözlemlemiyoruz. Duruşları sevgi dolu ve Rodin’in heykelinin
aksine, kadınla adam arasında boşluk yok.
Tüm bu detaylar ışığında, sizleri
oldukça derin bir kitap/seri beklediğini söyleyebilirim. Serinin ikinci kitabı,
Gabriel’s
Rapture / Gabriel Arafta, geçtiğimiz günlerde yayınlandı ancak ben
ikinci kitabı orijinalinden okumaya başladım. İmkanı olanlara tavsiye ederim.
Serinin son kitabı ise, şu anda yazılıyor. Yazar henüz kesin bir yayınlanma
tarihi ve resmi isim veremeyeceğini açıklamış.
4 Aralık 2012 Salı
Gerçek Hayattan Alınmıştır / Altıdan Sonra Tiyatro...
Buket Uzuner’in Su
isimli son kitabının giriş cümlesi, beni hiçbir kitabınkinin çarpmayacağı kadar
çarpmıştı. Çünkü ben yazsam daha iyisini kurgulayamazdım. “Yaz, sevmeyenler için, geçmesi beklenen bir hastalık gibidir!”.
İşte o kesinlikle benim ve yaz boyunca, o iç bunaltan nemli sıcakları yaşarken,
hep kış gelsin, tiyatro sezonu açılsın, Kumbaracı50’de bir oyun izleyelim,
sonrasında da İstiklal’de sıcacık kestane yiyelim diye hayaller kurdum. Niye
Kumbaracı50 bilmiyorum, eminim Küçük Sahne çıkışında da kestane yiyebilirdik
ama sanırım en son o şekilde yaptığımız için, hayallerimde kestane hep
Kumbaracı50’deki bir oyun sonrasında yendi. Hatta bu şekilde twitler gönderip,
arkadaşlarıma mesajlar attım.
Neyse, yaz ve o bunaltıcı günler,
şükür ki gerilerde kaldı ve biz iki hafta önce, aynı hayallerimdeki gibi, çok
tavsiye edilen bir oyunu izlemek içi, Kumbaracı50’ye gittik. Çıkışta da kestane
yeme programları yaparak.
Kumbaracı50, İstiklal Caddesi’nde,
Kumbaracı Yokuşu’nda, tahmin edebileceğiniz gibi 50 numarada, 1999 yılında,
çoğunluğu İTÜ'den mezun mimar ve mühendislerin bir araya gelerek kurduğu bir
grup olan “Altıdan Sonra Tiyatro”nun, performans mekanı.
Bugüne kadar mekanda 3-4 tane çok
sıkı oyun izledim. Artık malesef oynamadıkları O.B.E.B, bir klasiktir mesela.
“Gerçek Hayattan Alınmıştır”, bu
sezonun tazelerinden. Yiğit Sertdemir, aynı zamanda yazarı
olduğu oyunda, muhteşem bir de performans sergiliyor. Elbette karşısındaki
oyuncunun da Tomris İncer olduğunu özellikle belirtmeliyim. Bence Türk
Tiyatro tarihinin gelmiş geçmiş, en karakteristik, yüz ve sese sahip
oyuncularından biri kendisi.
Kesintisiz 1.5 saatlik oyunda, uzun
zaman sonra, ikisi için de çok özel bir mekanda, bir araya gelen adam ve
annesinin, geçmişe dönük hesaplaşmasını ve geleceğin barındırdığı sırlarla
nasıl yüzleştiklerini izliyorsunuz.
Zaman zaman içinde “in yer face – suratına tiyatro” öğeleri
de barındıran oyunun, gerek sahnelenişi, gerek dekoru, gerek ışıkları gerekse
de müzikleri o kadar başarılı ki, bittiğinde ben resmen yüzüme bir tokat yemiş
gibi oldum ve uzun süre, salon boşaldığı, görevliler mekanda sonraki oyun için
dekor değiştirmeye başladıkları halde yerimden kalkamadım. Ha, çıkışta kestane
mi nooldu? Oyunda düğümlenen midem ertesi gün bile kendine gelemediği için,
çıkıştaki kestane de direkt yalan oldu.
Bu güzelliği siz de yaşamak
isterseniz, oyun 7,8,21,22 Aralık’ta Kumbaracı50’de izleyebilirsiniz. Biletleri
Biletix’ten de alabilirsiniz ama gişeden ayırtırsanız, hem komisyon ödemiyorsunuz, hem de size yardımcı olmak için
elinden geleni yapan çok cici bir kızla muhattap oluyorsunuz.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)















