6 Üstü Oyun, Altıdan
Sonra Yapım’ın başlattığı, Türkiye’nin en üretken yerli oyun yazarlarının bir
araya geldiği proje. Aralık ayından
itibaren her ay bir oyunun prömiyeri yapılacak. Ayşe Bayramoğlu, Civan Canova,
Ebru Nihan Celkan, Mirza Metin, Yeşim Özsoy Gülan ve Yiğit
Sertdemir’in, “BUGÜN” teması altında
yazdıkları tek kişilik oyunlar, duayen oyuncular tarafından sahnelenecek.
Sumru Yavrucuk, Devlet
Tiyatroları’nda 30. Yılını kutlayan ama Türk izleyicisinin ağırlıklı olarak
Yabancı Damat dizisindeki rolüyle tanıdığı bir usta.
Kimsenin Ölmediği Bir Günün
Ertesiydi ise, proje kapsamında 1980 doğumlu Ebru Nihan Celkan’ın
yazdığı, sanat yönetmenliğini Yiğit Sertdemir’in yaptığı, Sumru Yavrucuk’un hem
yönettiği, hem de oynadığı, Kumbaracı50’de, Aralık ayında prömierini
yaptığından beri kapalı gişe oynayan oyun.
Bizim Cumartesi günü izleme
şansına sahip olduğumuz oyunda Sumru Yavrucuk, 45 yaşındaki Umut isimli bir travestiyi
canlandırıyor. Yazarının, “Bu oyun insanlığımızın trans bir kadınla
imtihanıdır” dediği metin çok ama çok sert.
Sumru Yavrucuk’un çok ama çok
başarılı bir şekilde hayat verdiği, hatta oynamaktan ziyade yaşadığı Umut karakterinin hayli zor bir yaşam
serüveni olmuş, duygularıyla çocukluğundan itibaren uğraşması gerekmiş. Ailesi
tarafından dışlanmış, hor görülmüş, şiddete ve tacize maruz kalmış. Koskoca
dünyada bir Bülent Ersoy’un, bir de kendisinin olduğunu düşünürken ve de
yaşamın kıyısında umutsuzca dolaşırken, yaşamın kıyılarının sandığından daha
“umut” dolu olduğunun farkına varmış. Sevdalandığı delikanlının gözlerinin
içine bakarken “Gözlerim o zaman ilk defa
benim gözlerim olmuştu” diyerek, kendine benzeyen birileriyle
karşılaştığında mutluluğu yakalamış, sonra onu kaybetmiş. Diğer birçokları gibi
ekmeğini sokaklardan kazanmak zorunda.
Kumbaracı50’nin her oyuna, olağanüstü bir şekilde uyum sağlayabilen
salonu, bu kez Umut’un evi, sahnesi, takıldığı bar... Sumru Yavrucuk, bu oyun
için, kaşlarına botoks yaptırmış, özel bir beden dili için İlyas Odman’la
çalışmış, çok ağır bir makyaj yapıp, takma dişler kullanıyor. Oyun boyunca hem
rejiyle, hem de seyirciyle interaktif bir ilişki içinde. Dışarı açılan kapıdan,
o halde! mahalliyle kurduğu ilişki ise oyunun gülümseten anlarından. Buna karşılık,
10 yıldır her sabah aradığı annesiyle, karşı taraftan bir tek kelime duymadan,
yaptığı konuşma ise, yüreğinizin tam içine işliyor.
50-55 dakikalık oyun içinde, sizi
havaya soktuktan sonra anlık olarak gülerken güldüren ama hemen ertesinde de
ağlamaya başlayıp, sizin de gözlerinizin yaşlarla dolmasına sebep olan kaç tane
oyuncu var bu ülkede. Kimsenin Ölmediği
Bir Günün Ertesiydi, bu sene Kumbaracı50’de izlediğimiz ikinci oyundu. Yine
olağanüstü başarılı, yine bizi yerimize çivileyen. Fırsatınız varken tiyatro
öldü diyenlere inat bu şölenini, kaçırmayın.
Mike Ross: Çok zeki, fotografik
hafızasıyla, okuduğu hiçbirşeyi unutmuyor ama okuldan mezun olamayacak kadar
tembel ve hayatın içinde her türlü kaçak yola sapıyor.
Harvey Specter:
Çok zeki, çok yakışıklı, çok ukala, kendine olağanüstü güvenen, Harvard mezunu,
New York’un en iyi avukatlarından biri.
Harvey , çalıştığı avukatlık
firmasında kıdemli ortak olunca, kendine bir yardımcı seçme hakkı doğuyor ama
kimse yeterince iyi değil. Taki, ters giden uyuşturucu alışverişi sırasında kendisini
kovalayan polislerden kaçarken, yanlışlıkla Harvey’in mülakatına dahil olan
Mike’la tanışıncaya kadar.
Mike, sorduğu her soruya doğru
cevap verir, başladığı her cümleyi tamamlar. Harvey onda kendi gençliğini
görür. Yalnız bir problem vardır, Mike’ın diploması yoktur. Buna rağmen Harvey,
asistanı olarak Mike’ı işe alır.
İşte tüm hikaye de bu noktada,
hız kazanmaya başlıyor. Şu anda ikinci sezonu devam eden Suits, “Hiçbirşey mutlak siyah veya beyaz
değildir...” sloganı, 8.9’luk IMDB puanı, bazen komik, bazen dokunaklı ama
kesinlikle yere basan hikayesi, asla düşmeyen temposu, bölümler akarken değişen
vakalarla verdiği mesajları ve süper eğlenceli tema müziği ile ortalığı kasıp
kavuruyor.
Suits’in yazar kadrosu kadar
oyuncu kadrosu da oldukça başarılı. Harvey Spector rolüne Gabriel Macht, özel
dikilmiş takım elbise gibi uymuş. Daha önce farklı dizilerde birer bölümlük
roller almış Patrick j. Adams ise, ustaların arasında kesinlikle sırıtmıyor
ve gerçekten Harvey karakterinin JR’ı olmayı başarıyor. Harvey’in gizli desteği
Donna rolündeki, kızıl afet Sarah Rafferty ve şirketin antipatik
avukatı, Harvey’in bir numaralı düşmanı, Louis Litt rolünde Rick
Hoffman resmen döktürüyor.
Nordik yazarların kitaplarını
okumak, bizim gibi Amerikan veya Anglasakson kültürlere alışık okur kitlesi
için biraz zordur. Çünkü ne isimler, ne lokasyonlar, ne de kaligrafi tanıdık
olmadığı için, okurken süreci takip etmek oldukça zor olur. İşte bu yüzden,
Nordik cevherler bizim entellektüel piyasaya pek giremedi yakın zamana kadar.
Bu kuralı ilk bozan, Ejderha
Dözmeli Kız serisi ile, Steig Larsson oldu. Eğer ölmemiş olsaydı da, gerçekten
çokdaha iyi işler çıkartabilecek bir
yetenekti. Geçtiğimiz ayda, dünya
çapında 15 milyondan fazla satan Jo Nesbo’nun ilk kitabı çevrildi tükçeye. Ve
görünen o ki Larsson’un araladığı kapı, Nesbo ile sonuna kadar açıldı.
Dolayısıyla da devamının geleceğini bekleyebiliriz.
Jo Nesbo’nun dilimize çevrilen ve
geçtiğimiz ay yayımlanan kitabı Nemesis, esasında, Nesbo’nun yarattığı Harry
Hole karakterinin maceralarını içeren, şimdiye kadar, 9 kitaplık serinin 4. kitabı.
Yani biz mevzuya biraz ortasından daldık. Twitter’da Doğan Kitap’a bunun
sebebini sorduğumda, “Yurtdışında
çalıştıkları ajansın bu kitaptan başlamalarını önerdiğini ve onların her daim
en iyi kitapları yayınladıklarını” söylediler. Halbuki bence esas sebep,
ilk 3 kitabın henüz Amerika’da da yayınlanmamış olması, yani lisans problemi.
1960 doğumlu Nesbo, ekonomi ve
işletme okumuş. 9 kitaplık Harry Hole serisinin ilk kitabı olan “The Bat –
Yarasa”yı ise, 1997 yılında yazmış. Nemesis ise, 2002’den. Yani 10 yıl gecikme
ile elimizde.
Oldukça kendine has bir dili ve
anlatım şekli var Nesbo’nun. Açıkçası alışana kadar belli noktaların üzerinden
1-2 defa geçmek gerekebiliyor ama kitap o kadar zekice kurgulanmış ki, finale
geldiğinizde, ağzınız açık, beyniniz şaşkınlık içinde kalıyor.
Bir banka soygunu sahnesiyle
açılan Nemesis, iç içe farklı 2-3 hikaye ve geçmiş ve geleceğe çokça gönderme
içeriyor. Dolayısıyla, 4. kitaptan seriye başlasanız bile, ilk 3 kitaptan süre
gelen ana hikayeyi yakalayabiliyorsunuz ancak bu sefer de detayları da merak
etmeye başlıyorsunuz.
Ben, son dönemde pek
rastlamadığım kalite ve zekadaki bu kitabı size şiddetle tavsiye ederken, dipsomanik
kimliğim ön plana çıktığı için, The Bat’i okumaya başladım bile. Bakalım hayat
Harry Hole için nasıl başlamış ve bugüne kadar gelmiş.
Sinema dünyasının en prestijli ödülü sayılan oskarlar, 24 Şubat’ta sahiplerini bulacak. Bu sene 85.si dağıtılacak ödüllerinin adayları da dün açıklandı.
Buna göre;
En İyi Film
Lincoln: Başrollerini Oskar ödüllü Daniel Day Lewis ve Sally Field’ın paylaştığı filmin yönetmeni Steven Spielberg. Film, Amerika’da devam eden iç savaş sırasında Başkan Lincoln’ün kendi kabine üyelerini bile karşısına alıp, çözüm yolu olarak gördüğü köleliği sona erdirecek yasa için verdiği mücadeleyi anlatıyor. İMDB puanı: 8.1
Silver Lininings Play Book: Başrollerini Brandon Cooper ve Jennifer Lawrence’nin paylaştığı film, hayata dair problemlerini aşmaya çalışan iki insanın ilişkisini anlatıyor. Jennifer Lawrence, Hollywood’un yükselen yıldızı. Kendisini Açlık Oyunları serisindeki Katniss Everdeen rolünden hatırlayabilirsiniz. Bu filmdeki oyunculuğu da muhteşem. Filmin IMDB Puanı: 8.3
Zero Dark Thirty: (Toplamda 5 dalda aday) “Hurt Locker” ile iki sene önce ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü, erkeklerin elinden söke söke alan Kathryn Bigelow’un yeni bombası. 10 yıl süren, Bin Ladin avının tarihçesini anlatıyor. Oldukça sert bir film. IMDB Puanı: 7.5
Les Misrables: Victor Hugo’nun çok önemli, aynı isimli klasiğinden beyazperdeye müzikal ağırlıklı uyarlanan filmde, Jean Valjean olarak bilinen 24601 nolu mahkum, hapishaneden saldıktan sonra, kendisine yeni bir hayat kurmak istemesi ama müfettiş Javert'in bir gölge gibi onu her yerde takip etmesi, Fransız Devrimi'nin arifesinde, ihtilalin her iki tarafı da gözler önüne serilerek anlatılıyor. Başrollerde Hugh Jackman, Russell Crowe ve Anne Hathaway var. Filmin IMDB Puanı: 8.2
Life of Pi: Filmin başında, Hindistan’dan Kanada’ya giden bir yük gemisi, içindeki hemen hemen tüm canlılarla birlikte trajik şekilde batar. Bir can kurtaran filikası, uçsuz bucaksız vahşi Pasifik Okyanusu'nun ortasında yapayalnız kalır. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16 yaşında Hintli bir çocuktan oluşmaktadır. Pi'nin hayvanat bahçesi işleten ve hayvanlarıyla göç yoluna koyulan ailesi, batan gemide yaşamını kaybetmiştir.
Pi, kurtuluş yok gibi görünen bu okyanusta zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma savaşı verir ve keskin zekası ve zooloji bilgisiyle besin zincirine kurban gitmez. Ama şimdi Bengal Kaplanı ile teknede baş başa kalmıştır. Dev kaplana yem olmamak için hayvanla anlaşmanın ve yakınlaşmanın yollarını bulur. Sıra dışı yolculuk sona ermeden büyülü bir adaya varırlar. Çok satan romandan uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda “Brokeback Mountains” filmi ile oskar alan Ang Lee oturmuş. Filmde müthis epik bir anlatım var. IMDB Puanı: 8.3
Amour: Haneke filmi. Sanki böyle yazmak her şeyi ifade eder gibi geliyor. Sert, dramatik, içinize işleyen bir film. Detaylı yazısına “The Hedon Sinema Arşivi” nden ulaşabilirsiniz. IMDB Puanı: 8.1
Django Unchaines: Amerikan İç Savaşı'ndan iki yıl önce başlayan hikaye geçmişinde eziyet çekmiş bir köle ile Alman avcı Dr. King Schultz'un yüzleşmesini merkezine alıyor.
Brittle kardeşlerin cinayetiyle suçlanan Schultz'u özgürlüğüne kavuşturmak Django'ya bağlıdır. Zira Schultz özgürlüğüne karşılık, Django'dan zorlu bir görev ister. Görevi başarıyla tamamlayan ve özgürlüğüne kavuşan Django gene de Schultz'un yanından ayrılmaz; üstün avcılık yetenekleriyle yeni hedefi Broomhilda'yı bulmak ve köle tüccarlarının elinden kurtarmaktır.
Yönetmen koltuğunda Quentin Tarantino’nun oturduğu filmin başrollerinde Jamie Foxx, Christoph Waltz ve Leonardo DiCaprio var. IMDB Puanı: 8.7
Argo: 1979 yılında 4 Kasım tarihinde Şah'ın devrildiği İran devriminin en yoğun günlerinde, militanlar başkent Tahran’daki Amerikan Büyük Elçilik binasına girip 52 Amerikalı’yı rehin alırlar. O hengamede kaçmayı başaran 6 Amerikan vatandaşı Kanada Elçiliği’ne sığınır ve hayatları halen tehlikededir. Her an yakalanma ve öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. CIA uzmanı Tony Mendez bu Amerikan vatandaşlarını kurtarmak amacıyla bir film senaryosuna yakışır oldukça riskli bir plan hazırlar.
Filmin yönetmei aynı zamanda da başrol oyuncularından biri olan Ben Afflek. Diğer önemli rollerde Alan Arkin, Bryan Cranston ve John Goodman var. IMDB Puanı: 8.1
Diğer önemli dallar ve adaylar ise şöyle:
Erkek oyuncu:
Bradley Cooper (Silver Linings Playbook),
Daniel Day-Lewis (Lincoln),
Hugh Jackman (Les Miserables),
Joaquin Phoenix (The Master),
Denzel Washington (Flight).
Kadın oyuncu:
Jessica Chastain (Zero Dark Thirty),
Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook),
Emmanuelle Riva (Amour),
Quvenzhane Wallis (Beasts of the Southern Wild),
Naomi Watts (The Impossible).
Yardımcı erkek oyuncu:
Alan Arkin, (Argo),
Robert De Niro (Silver Linings Playbook),
Philip Seymour Hoffman (The Master),
Tommy Lee Jones (Lincoln)
Christoph Waltz (Django Unchained).
Yardımcı kadın oyuncu:
Amy Adams (The Master),
Sally Field (Lincoln),
Anne Hathaway (Les Miserables),
Helen Hunt (The Sessions),
Jacki Weaver (Silver Linings Playbook).
Yönetmen:
Michael Haneke (Amour),
Benh Zeitlin (Beasts of the Southern Wild),
Ang Lee (Life of Pi),
Steven Spielberg (Lincoln),
David O. Russell (Silver Linings Playbook).
Yabancı dilde film:
Avusturya'dan ''Amour'',
Şili'den ''No'',
Danimarka'dan ''A Royal Affair'',
Kanada'dan ''War Witch''
Norveç'ten ''Kon-Tiki''.
Uyarlanmış senaryo:
Chris Terrio (Argo),
Lucy Alibar ve Benh Zeitlin (Beasts of the Southern Wild),
David Magee (Life of Pi),
Tony Kushner (Lincoln),
David O. Russell (Silver Linings Playbook).
Orjinal senaryo:
Michael Haneke (Amour),
Quentin Tarantino (Django Unchained),
John Gatins (Flight),
Wes Anderson ve Roman Coppola (Moonrise Kingdom),
Mark Boal (Zero Dark Thirty).
Animasyon filmi:
''Brave'',
''Frankenweenie'',
''ParaNorman'',
''The Pirates! Band of Misfits'',
''Wreck-It Ralph''.
Tören 23 – 24 Şubat’ta NTV ve CNBC-e’den canlı yayınlanacak.
Dizi Amerika’da ikinci sezonunda “Christmas
Break” vermişken, telif hakları alınarak, uyarlama senaryoda Berkun Oya’ya
teslim edilerek çekilen türk versiyonu, İntikam ismiyle, yayınlanmaya başladı,
dün akşam.
“Revenge”, 1934’ten bugüne,
beyazperdede ve cam ekranda birçok ülkede uyarlaması yapılan “The Count of Monte Cristo” romanına
yeni bir yorum katıyor. Yapılın uyarlamalar arasında, kitaba en az bağlı kalan
yapımlardan biri olsa da, hayatını mahvedenlerden intikam almak için kimliğini
değiştirerek yaşadığı yere dönen kurban teması oldukça güzel işleniyor. En
büyük fark ise şüphesiz, intikam almak için dönen kişinin ihanete uğrayanın kendisi
olmaması.
Bizim hikayemizde babası, patronu
ve patronunun karısı olan sevgilisi tarafından ihanete uğrayan David Clark’ın
kızı Amanda’nın, babasına ihanet eden herkesten intikam almak için, ıslahevinde
tanıştığı ve hayatını kurtardığı Emily Thorne’un kimliği ile, herşeyin
başladığı Hampton’s a geri dönen kızının mücadelesini izliyoruz. Emily / Amanda’nın,
uzun yıllar içinde, oya işlermiş gibi titizlikle oluşturduğu plan, bazen
pürüzlerle karşılaşsa bile, doğru zamanda yaptığı müdehaleler veya aldığı
yardımlar sayesinde tıkır tıkır işliyor.
Oyuncularıyla da göze çarpan
“Revenge”in başrollerinde, “Brothers
& Sisters”ın biricik Rebecca’sı Emily VanCamp ve “Twelve Monkeys”,“The Last of the Mohicans” gibi filmlerle gönlümzde taht kuran Madeleine Stowe’u görüyoruz. İlk
bölümde pembemsi bir intikam dizisi intibası yaratsa da, bölümler ilerdikçe
entrika,cinayet ve ihanet kavramları
daha da belirginleşiyor. Bu iki güzel kadın arasındaki gizli çekişme bile
birçok açıdan tehlikeli ve gerilimli bir hal alıyor. Amanda’nın babasına
verdiği, kızını her koşulda koruyacağı sözüne sonuna kadar sahip çıkan Nolan
Ross’u canlandıran Gabriel Mann ise, daha ilk bölümden oyunculuğuyla ve tarzıyla kendine
hayran bırakıyor. Ve bence tüm dizinin bonus karakteri o.
Gelelim, dizinin türk
versiyonuna. Açıkçası fragmanları gördüğümde heyecanlanmıştım. Ancak dün akşam
izlediğim kadarı damağımda sadece acı bir tat bıraktı. Bir kere, Beren Saat her
ne kadar iyi oyuncu kabul edilse de, öncelikle sesi bu diziye hiç gitmemiş,
bence çok ince ve karakterin gücünü zayıflatıyor. Karakter yüklenmekte hiç
sorun yaşamayan, buradaki Rüzgar karakterini de hemen üstüne giymiş Nejat İşler
bile, Beren Saat’le karşılıklı oynadığı sahnelerde zorlanmış gibi geldi bana. Diğer
taraftan görüntü itibariyle orijinaline çok benzer seçilen karakterlerin büyük
çoğunluğu, oyunculukta maalesef sınıfta kalmış. Mesela ne kadar tip olarak
benzese de, Arzu Gamze Kilınç asla bi Madeleine Stove ol-a-mamış, aynen Dilşad
Çelebi’nin Ashley Davenport olamadığı gibi. Diğer taraftan Engin Hepileri, aynı
jest ve mimiklerle, muhteşem bir Nolan Ross olmuş. Ancak o karakterde de şöyle
bir sıkıntı var, Nolan Ross biseksüel. Dolayısıyla, hikayenin belli
noktalarında hayati önem taşıyacak bu özelliği, bizde nasıl yorumlayacaklar,
görmek lazım.