22 Ocak 2008 Salı

80.Oskar Ödülleri'nin Bazı Adayları...

80. Geleneksel Oskar Ödülleri'nin adayları, bugün bizim saatimizle 15.30'da yapılan törenle açıklandı. İşte 24 Şubat'ta dağıtılacak ödüllerin önemli adaylıkları ve adayları...

En iyi Erkek Oyuncu
- George Clooney / "Michael Clayton" (Warner Bros.)
- Daniel Day-Lewis / "There Will Be Blood" (Paramount Vantage & Miramax)
- Johnny Depp / "Sweeney Todd The Demon Barber of Fleet Street" (DreamWorks & Warner Bros., )
- Tommy Lee Jones / "In the Valley of Elah" (Warner Independent)
- Viggo Mortensen / "Eastern Promises" (Focus Features)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
- Casey Affleck / "The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford" (Warner Bros.)
- Javier Bardem / "No Country for Old Men" (Miramax & Paramount Vantage)
- Philip Seymour Hoffman / "Charlie Wilson's War" (Universal)
- Hal Holbrook / "Into the Wild" (Paramount Vantage & River Road Entertainment)
- Tom Wilkinson / "Michael Clayton" (Warner Bros.)

En İyi Kadın Oyuncu
- Cate Blanchett / "Elizabeth: The Golden Age" (Universal)
- Julie Christie / "Away from Her" (Lionsgate)
- Marion Cotillard / "La Vie en Rose" (Picturehouse)
- Laura Linney / "The Savages" (Fox Searchlight)
- Ellen Page / "Juno" (Fox Searchlight)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
- Cate Blanchett / "I'm Not There" (The Weinstein Company)
- Ruby Dee / "American Gangster" (Universal)
- Saoirse Ronan / "Atonement" (Focus Features)
- Amy Ryan / "Gone Baby Gone" (Miramax)
- Tilda Swinton / "Michael Clayton" (Warner Bros.)

En İyi Animasyon Film
- "Persepolis" (Sony Pictures Classics): Marjane Satrapi & Vincent Paronnaud
- "Ratatouille" (Walt Disney): Brad Bird
- "Surf's Up" (Sony Pictures Releasing): Ash Brannon & Chris Buck

En İyi Yönetmen
- "The Diving Bell and the Butterfly" (Miramax/Pathé Renn), Julian Schnabel
- "Juno" (Fox Searchlight), Jason Reitman
- "Michael Clayton" (Warner Bros.), Tony Gilroy
- "No Country for Old Men" (Miramax & Paramount Vantage), Joel Coen & Ethan Coen
- "There Will Be Blood" (Paramount Vantage & Miramax), Paul Thomas Anderson

En İyi Film
- "Atonement" (Focus Features) A Working Title Production: Tim Bevan, Eric Fellner & Paul Webster, Producers
- "Juno" (Fox Searchlight) A Dancing Elk Pictures, LLC Production: Lianne Halfon, Mason Novick & Russell Smith, Producers
- "Michael Clayton" (Warner Bros.) A Clayton Productions, LLC Production: Sydney Pollack, Jennifer Fox & Kerry Orent, Producers
- "No Country for Old Men" (Miramax &Paramount Vantage) A Scott Rudin/Mike Zoss Production: Scott Rudin, Ethan Coen & Joel Coen, Producers
- "There Will Be Blood" (Paramount Vantage & Miramax) A JoAnne Sellar/Ghoulardi Film Company Production: JoAnne Sellar, Paul Thomas Anderson & Daniel Lupi, Producers

Cüneyt Ağabey'in Seçtiklerinden...

Bir üniversite profesörü öğrencilerine su soruyu sorar;
- Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?
Bir öğrenci ayağa kalkar ve cevaplar.
- Evet, her şeyi Tanrı yarattı!
Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine "Evet efendim" diye cevaplar.
Profesör devam eder.
- Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur. Çalışmalarımızda uyguladığımız kesinleştirme prensibine göre de Tanrı şeytandır.
Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör öğrencilerine bir kez daha Tanrı'nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur. Bu arada başka bir öğrenci ayağa kalkar ve "Bir soru sorabilir miyim profesör" der. Profesör sorabileceğini söyler.
Öğrenci "Soğuk var mıdır" diye sorar.
Profesör; "Nasıl bir soru bu böyle, tabii ki vardır" diye cevaplar. "Sen hiç soğuktan üşümedin mi?"
Öğrenci "Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur; yaşamda/ gerçekte biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, Absolute 0 (273 derece C) sıcaklığın kesin yokluğudur. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir" der ve devam eder.
- Profesör, karanlık var mıdır?
- Tabii ki vardır.
- Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü karanlık da yoktur. Yasamda/ gerçekte karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton'un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekânın/uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçerek! Bu doğrudur değil mi? Karanlık insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer/ mekân için kullanılan bir kelimedir. O zaman size son bir soru daha sormak isterim, efendim. Şeytan var mıdır?
Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte cevaplar..
- Tabii vardır. Açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde görürüz. O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey de değildir.
Öğrenci itiraz eder.
- Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi başına yoktur. Şeytan basit olarak Tanrı'nın yokluğudur. O aynen karanlık ve soğukta olduğu gibi insanın Tanrı'nın yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı şeytanı yaratmadı. Şeytan/ kötülük insanın tanrısal sevgiyi yüreğinde hissetmediği zaman yaptıklarının bir sonucudur. O, aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk, ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.Profesör kürsüdeki yerine çöker.
Genç öğrencinin adı Albert Einstein'dir.

22.01.2008 / Hıncal Uluç - Sabah

21 Ocak 2008 Pazartesi

Ashura...

"Aşura, aşur, aşure;

hicri yılın ilk ayı olan muharrem'in onuncu günü.
dünyanın yaratıldığı gün.

hz. adem ile havva'nın cennetten kovulduğu
ve hz. adem'in pişman olduğu gün.
hz. ibrahim ve hz. musa ve hz. isa
ve hz. yahya'nın doğduğu gün.
hz. musa ve kavminin mısır'dan göçtüğü gün.

hz. yakup'un, oğlu yusuf'a kavuştuğu gün.
hz. eyyub'un yaralarının iyileştiği gün.
hz. nuh'un gemisinin cudi dağı'na oturduğu gün.

imam hüseyin'in kerbela'da şehit edildiği gün.

hz. nuh tufandan kurtuldukları gün, bir şükran borcu olarak
arta kalan yiyeceklerden bir yemek pişirdi ve buna aşure denildi.

aşure gününü tevrat. "kefaret" günü olarak gösterir.
hristiyanlar, mahşer gününün aşure günü geleceğine inanır.i
slam'dan önce yahudiler, aşure günü oruç tutardı.
cahiliye devrinde araplar, aşure günü oruç tutardı.
ramazan ayında oruç farz oluncaya kadar müslümanlar,
aşure günü oruç tutardı.

şiiler, imam hüseyin'in kerbela'da şehit edildiği gün olan
on muharrem'i matem günü sayarlar ve muharrem'in biri ile onu arasında
gülmez, et yemez, yeni giymez, yeni bir işe başlamazlar.

on muharrem dövünme ve yas günüdür.
on muharrem dövünme ve yas günüdür.
on muharrem dövünme ve yas günüdür."

Garajistanbul'da sergilenen, 12 farklı dilde 25 göç şarkısını içeren
ve sonunda aşure'nin pişirildiği oyun.
Bizim Cuma akşamı syrettiğimiz ve bayıldığımız oyun.
Ocak ayı biletleri tükenmiş ve Şubat biletleri Biletix'te satışa çıkmış oyun.
Herkese şiddetle tavsiye ettiğimiz oyun.

15 Ocak 2008 Salı

Nazım Hikmet Ran...

Nazım Hikmet, 20 Kasım 1901 tarihinde doğduğu halde ailesi yaşı büyük gözükmesin diye kendisini 40 gün geç yazdırmış nüfusa. Dolayısıyla bugün kendisinin 106. doğumgünü. Onun anısına benim en sevdiklerimden seçkiler...

KARIMA MEKTUP (Bursa Hapisane)
Bir tanem!
Son mektubunda :
"Başım sızlıyor
yüreğim sersem!"
diyorsun.
"Seni asarlarsa
seni kaybedersem;"
diyorsun;
"yaşıyamam!"
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat emin ol ki sevgili;
zavallı
bir
çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nâzıma!
Ben,
alacakaranlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...
Karım benim!
İyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dâva ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanile bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.

YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani,
yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ,
zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.
1947

YAŞAMAYA DAİR
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948

YAŞAMAYA DAİR
3
Bu dünya soğuyacak,yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Şubat 1948

11 Ocak 2008 Cuma

Allah ve Atatürk...

"TURQUIE, tu dois Ataturk a dieu et le reste a Ataturk!."

Hayatını Türkiye ve Atatürk araştırmalarına adamış Belçikalı Daniel Dumoulin dostlarına 2008 yılbaşında üzerinde bunlar yazılı tebrik kartı yollamış. Ne mi demek?.

"Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geri kalan her şeyi de Atatürk'e.."


Hıncal Uluç, Sabah Gazetesi / 11.01.2008

9 Ocak 2008 Çarşamba

Tarihin İçinde Yolculuk...

Bu aralar etrafım tarihin içinden fırlamış kişi, kültür ve olgularla çevrili. Bir taraftan Avrupa diğer taraftan da Osmanlı... Sebepler ise, İlber Ortaylı'nın Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek isimli kitabı, The Tudors dizisi ve Elizabeth: The Golden Age isimli film.

"Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yıl kutlamaları Türkiye'de umulmaz bir ilgi uyandırdı ve Türk toplumu yedi asırlık tarihine ilgi duymaya başladı. Bu ilgi, kuru bir hamaset çizgisini geçti, anlaşılan toplumsal düşüncenin ve yorumlamaların tekamül etmesi dolayısıyla "Osmanlı İmparatorluğu nedir? Bu imparatorluğun kurumları nedir? Yaşam şekli nedir? Bizim için anlamı nedir?" gibi sorulara cevap aranmaya başlandı. Ve bu meyanda, çalışmalar, hazırlıklar yapmak ve yaptıklarımızı geniş kitleye tanıtmak gibi bir ihtiyaç hasıl oldu. Şüphesiz ki elinizdeki bu kitap da bunlardan birisidir ve o iddiadadır." diyor kitabının önsözünde İlber Ortaylı ve başlıyor padişahları, sarayları, yönetim şekli, semtleri ve abidevi eserleriyle Osmanlı'yı anlatmaya.

Hemen arkasından "... biz de okumaya..." diye yazmalıydım ama yazamıyorum çünkü esasında İlber Hoca'nın konferanslarının deşifresinden oluşan bu seri (sanırım toplamda 4 kitap) çok ama çok kötü ve akıcılıktan uzak bir türkçe ile yayımlanmış. Dolayısıyla okumaya çalışırken!!! bayağı bir zorluyor, en azından beni. Ama biz karı koca, seriyi tamamlamaya ve sonrasında da bahsi geçen mekanlarda birer tur yapmaya çok niyetliyiz. Yolumuzdan da caymayacağız :))

Grey's Anatomy'nin yayımlanan bölümlerini izlemeyi bitirdikten sonra sıra bayağı bir gürültü koparan The Tudors'a gelmişti ki, hemen öncesinde, şans eseri Elizabeth: The Golden Age'i izleme fırsatı buldum.

Henüz 24 Şubat gecesi yapılacak Oskar Töreni'nin adayları açıklanmadı ama şimdiye kadar izlediğim alternatifler içinde Cate Blanchett, En İyi Kadın Oyuncu için adayımdır. Bir de not düşeyim: Lütfen Clive Owen hep dönem filmlerinde oynasın:))

The Tudors, “Hikayenin sonunu biliyorsunuz, peki ya başını” sözüyle başlıyor. Sonunu Elizabeth ile öğrendiğimiz, VIII. Henry döneminden sonrasına da diziyle şahit olduğumuz Tudor Hanedanlığı, 1483 yılında VII. Henry ile başlayıp ve 1603 yılında "The Virgin Queen" Elizabeth'in çocuğu olmaması sonucunda bitmiş.

Diziyi izlerken, insanlık tarihi kadar eski ihtiras, hırs, çekişme, savaş, ihanet olguları birer birer karşımıza çıkıyor. Günümüzün ahlak değerleri, dönemin en koyu katolik toplumunda neredeyse hiç yok gibi. İktidarın yolu Kral'ın yatağından geçiyor. Babalar kızlarını bunun için yönlendiriyor. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor.

Buna rağmen hanedanlığın sürdüğü yüz yılı biraz aşkın süre, İngiliz tarihinde, güçlü morarşinin temellerinin atıldığı, sanatsal açıdan çok verimli çağlarından birisinin yaşandığı, en muzaffer dönemlerinden biri olarak gösteriliyor.

Dizideki benim için en büyük süpriz, üniversitenin ilk yılındaki dönem projemizin çıkış noktası olan Ütopya'nın yazarı Sir Thomas More'la karşılaşmak oldu.

Bilmeyenler için yazar, devlet adamı ve hukukçu olan Sir Thomas More, 1516’da yazdığı Ütopya’da ideal hayali bir ada ülkenin siyasi sistemini tarif ediyordu. More’un Kral Henry VIII’in İngiliz kilisesinin başına geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması, kendi siyasi kariyerinin sonunu hazırlayıp hain olarak idam edilmesine sebep oldu. Ölümünden 400 yıl sonra, 1935’de Papa Pius XI tarafından aziz ilan edildi.
Blog Widget by LinkWithin

Etiketlerim..

...

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii ki pişirilenleri yemek için çok kısa, biraz koşmak lazım... "
myspace graphics

Free Counters

Hayatın İçinden...

 

Divitim... | Creative Commons Attribution- Noncommercial License | Dandy Dandilion Designed by Simply Fabulous Blogger Templates