9 Ocak 2008 Çarşamba

Tarihin İçinde Yolculuk...

Bu aralar etrafım tarihin içinden fırlamış kişi, kültür ve olgularla çevrili. Bir taraftan Avrupa diğer taraftan da Osmanlı... Sebepler ise, İlber Ortaylı'nın Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek isimli kitabı, The Tudors dizisi ve Elizabeth: The Golden Age isimli film.

"Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yıl kutlamaları Türkiye'de umulmaz bir ilgi uyandırdı ve Türk toplumu yedi asırlık tarihine ilgi duymaya başladı. Bu ilgi, kuru bir hamaset çizgisini geçti, anlaşılan toplumsal düşüncenin ve yorumlamaların tekamül etmesi dolayısıyla "Osmanlı İmparatorluğu nedir? Bu imparatorluğun kurumları nedir? Yaşam şekli nedir? Bizim için anlamı nedir?" gibi sorulara cevap aranmaya başlandı. Ve bu meyanda, çalışmalar, hazırlıklar yapmak ve yaptıklarımızı geniş kitleye tanıtmak gibi bir ihtiyaç hasıl oldu. Şüphesiz ki elinizdeki bu kitap da bunlardan birisidir ve o iddiadadır." diyor kitabının önsözünde İlber Ortaylı ve başlıyor padişahları, sarayları, yönetim şekli, semtleri ve abidevi eserleriyle Osmanlı'yı anlatmaya.

Hemen arkasından "... biz de okumaya..." diye yazmalıydım ama yazamıyorum çünkü esasında İlber Hoca'nın konferanslarının deşifresinden oluşan bu seri (sanırım toplamda 4 kitap) çok ama çok kötü ve akıcılıktan uzak bir türkçe ile yayımlanmış. Dolayısıyla okumaya çalışırken!!! bayağı bir zorluyor, en azından beni. Ama biz karı koca, seriyi tamamlamaya ve sonrasında da bahsi geçen mekanlarda birer tur yapmaya çok niyetliyiz. Yolumuzdan da caymayacağız :))

Grey's Anatomy'nin yayımlanan bölümlerini izlemeyi bitirdikten sonra sıra bayağı bir gürültü koparan The Tudors'a gelmişti ki, hemen öncesinde, şans eseri Elizabeth: The Golden Age'i izleme fırsatı buldum.

Henüz 24 Şubat gecesi yapılacak Oskar Töreni'nin adayları açıklanmadı ama şimdiye kadar izlediğim alternatifler içinde Cate Blanchett, En İyi Kadın Oyuncu için adayımdır. Bir de not düşeyim: Lütfen Clive Owen hep dönem filmlerinde oynasın:))

The Tudors, “Hikayenin sonunu biliyorsunuz, peki ya başını” sözüyle başlıyor. Sonunu Elizabeth ile öğrendiğimiz, VIII. Henry döneminden sonrasına da diziyle şahit olduğumuz Tudor Hanedanlığı, 1483 yılında VII. Henry ile başlayıp ve 1603 yılında "The Virgin Queen" Elizabeth'in çocuğu olmaması sonucunda bitmiş.

Diziyi izlerken, insanlık tarihi kadar eski ihtiras, hırs, çekişme, savaş, ihanet olguları birer birer karşımıza çıkıyor. Günümüzün ahlak değerleri, dönemin en koyu katolik toplumunda neredeyse hiç yok gibi. İktidarın yolu Kral'ın yatağından geçiyor. Babalar kızlarını bunun için yönlendiriyor. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor.

Buna rağmen hanedanlığın sürdüğü yüz yılı biraz aşkın süre, İngiliz tarihinde, güçlü morarşinin temellerinin atıldığı, sanatsal açıdan çok verimli çağlarından birisinin yaşandığı, en muzaffer dönemlerinden biri olarak gösteriliyor.

Dizideki benim için en büyük süpriz, üniversitenin ilk yılındaki dönem projemizin çıkış noktası olan Ütopya'nın yazarı Sir Thomas More'la karşılaşmak oldu.

Bilmeyenler için yazar, devlet adamı ve hukukçu olan Sir Thomas More, 1516’da yazdığı Ütopya’da ideal hayali bir ada ülkenin siyasi sistemini tarif ediyordu. More’un Kral Henry VIII’in İngiliz kilisesinin başına geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması, kendi siyasi kariyerinin sonunu hazırlayıp hain olarak idam edilmesine sebep oldu. Ölümünden 400 yıl sonra, 1935’de Papa Pius XI tarafından aziz ilan edildi.

0 yorum:

Blog Widget by LinkWithin

Etiketlerim..

...

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii ki pişirilenleri yemek için çok kısa, biraz koşmak lazım... "
myspace graphics

Free Counters

Hayatın İçinden...

 

Divitim... | Creative Commons Attribution- Noncommercial License | Dandy Dandilion Designed by Simply Fabulous Blogger Templates