27 Şubat 2014 Perşembe

Twice Born / Sen Dünyaya Gelmeden...


 
3 yıl önce izlediğim ve sonunda “ay, ay, ay...” demekten konuşmaya, hatta nefes almaya bile fırsat bulamadığım filmlerden biriydi “Incendies / İçimdeki Yangın”. Kanada yapımı filmde anne vasiyetinde çocuklarına Lübnan’a dönüp abilerini ve babalarını bulmalarını istiyordu. Ve sonrasında Ortadoğu’nun sapsarı  coğrafyasınında, “bir artı birin nasıl iki değil de bir ettiğini” anlatıyordu film.
İşte benzer bir kurguyla karşılaşacağımı, sonunda tabiri caiz ise mideme yumruk yemiş gibi kalakalacağımı bilmeden, biraz da gecikmeli izlemeye başladım, başrollerini Penelope Cruz ve Emile Hirsch’ün oynadığı Twice Born / Sen Dünyaya Gelmeden’i.

Film, kitapları ülkemizde de Doğan Kitap tarafından yayımlanan Margaret Mazzantini’nin “Venuto al Mondo” isimli kitabından uyarlanmış. Filmin yönetmeni Sergio Castellitto, aynı zamanda Mazzantini’nin kocası, filmde de Penelope’nin kocası rolünde...

 
Film, çok eski bir arkadaşın davetine karşılık, oğluyla, yıllar önce, savaş zamanı terk ettiği Bosna’ya geri dönen Roma’lı Gemma’nın savaştan önce tanışıp evlendiği Amarikalı Diego’yla aşklarını, çocuk sahibi olma isteklerini, Gemma’nın kısır olduğunu öğrendikten sonra yaşadıklarını ve savaş sürecinin onları ve çevrelerindeki insanları nasıl etkilediğini anlatıyor. Özellikle savaş sahnelerinde, yaşanmış gerçekle ekrandan olsa bile yüzleşirken, insanlığınızdan utanır hale geliyorsunuz.

Kurgu itibariyle günümüz ve geçmiş arasında gidip gelen filmde, Gemma’nın oğlunu da, Margaret Mazzantini ve Sergio Castellitto’nun gerçek hayattaki oğulları Pietro Castellitto oynamış. Bir diğer çok önemli rolde de bizden biri Saadet Işıl Aksoy var ve gerçekten de, oyunculuk performansı olarak, diğerlerinden hiç aşağı kalmamış.

26 Şubat 2014 Çarşamba

Garaj / Craft Tiyatro...




Pazar akşamı, Craft Tiyatro’nun Kazancı yokuşunun nispeten girişindeki binaların birinin teras katındaki yeni sahnesinde, aylardan beri büyük fırtınalar kopartan Garaj’ı izleme fırsatı bulduk ve fırtınanın sebebini de öğrenmiş olduk.

Belki hatırlayanlarınız vardır, geçen sene, Ukrayna’dan kandırılarak getirilip, burada hayat kadınlığına zorlanan kızların hikayesini anlatan Uçurum isimli, oldukça da başarılı, bir o kadar da sarsıcı bir dizi vardı. İşte o dizinin en özel karakterlerinden biri olan otistik Kutlu’yu oynayan Engin Arıkan, Garaj’da bir trans olarak karşımıza çıkıyor.

Hani bir rol oynayıp, o rol üzerine yapışan aktörlerden değil, Engin Arıkan. Daha önce DOT’un Kürklü Merkür’ünde de benzer bir rol oynamıştı ama Uçurum’daki Kutlu’nun yanında, ‘Genco’da tecavüzcüyü , ‘Yerden Yüksek’te de, saf bir türkücüyü canlandırmıştı. Hepsini de yaşayarak ve yaşatarak oynuyor.

Garaj’da da, 10 cm ince topuklu çizme (vallahi o kadar süre ben giyemem), mini bir elbise, jartiyer ve full bir makyajla çıktı karşımıza. Tarlabaşı’nın Orkide’si olarak... Elbette bir de Güven Murat Akpınar var oyunda. Hani Suskunlar dizisinin İbo’su. Burada, fotoğrafçılık okuyan Kahraman. Anne-babasını trafik kazasında kaybetmiş, anneannesiyle yaşayan bir öğrenci. Çok tutuk ve hayata dair hiçbir cümlesi yok. Orkide’yi görüyor ve onunla muhabbet etmek bir de izin verirse, ödevi için fotoğraflarını çekmek istiyor. Çünkü o topuklar üzerinde nasıl yürüdüğünü merak etmiş. Hepsi bu. “Hepimizin yapmak istediği şeyi, Kahraman çok rahatlıkla yapıyor ve bence seyirci bunu seviyor” demiş Arıkan. İki zıt karakterin diyalog kurmasının izleyene keyif verdiğini söyleyip eklemiş: “Bunu aslında herkes yapabilir. Yeter ki karşısındakini tanımak istesin…”

Oyunu Kemal Hamamcıoğlu yazmış, yine tiyatronun büyük isimlerinden, Ezel’in gözleri görmeyen annesi rolünden hatırlayabileceğiniz İpek Bilgin yönetmiş. Tüm ekip, yabancı yazarların oyunlarından biri yerine, içimizden birinin yazdığı, belki de yan apartmanınızda oturan kişilerin hikayesini anlatan bu oyunu sahnelemekten çok mutlu olmuş ve bu ekip çalışması sonuca direkt yansımış. Abartısız, bazen kahkahalara boğan, bazen gözlerinizin yaşarmasına sebep olan bir performans sergiliyor sahnedeki iki oyuncu ve her ne kadar rolünün özelliğinden ötürü Engin Arıkan daha bir ön plana çıksa da, Güven Murat Akpınar’da oynadığı karakteri resmen üzerine giymiş.

 
Kısaca Garaj, son dönemde izlediğim en iyi preformanslardan biriydi, yer bulabilirseniz, şiddetle tavsiye ederim.

5 Şubat 2014 Çarşamba

Sıdıka, Meze Restoranı...


Sıdıka'nın adı, çok uzun zamandır, genelde olumlu görüşlerle, dilden dile dolaşıyor ve yayılıyor. Bizde sonunda fırsat yaratıp, hatta üstüste iki hafta, Sıdıka'da yemek yeme ve menüsünden farklı alternatifleri deneme fırsatı bulduk.
 
Girişi belki de şöyle yapmak lazım, yeni bir restorana giderken, ne bulmayı beklediğiniz, aldığınız sonuç üzerindeki tatmininizde çok etkili. Ben Sıdıka'ya, çok küçük, hatta butik bir mekana gittiğimi bilerek gittim. Akaretler'e çıkarken sağdaki Beşiktaş'a giden yoldan devam ederek gittiğiniz Sıdıka, irili ufaklı çeşitli dükkanın arasında, gösterişsiz bir şekilde öylece duruyor. Ancak dikkat ettiğinizde veya biliyorsanız içeride, genellikle keyifli sohbetler ederken kahkahalar eşliğinde, yemek yiyen insanları görebiliyorsunuz.
 
 
 
Sıdıka'nın menüsü çok kalabalık değil. Menüye, kendilerine özel lezzetler ekleyerek, bir fark yaratmaya çalışmışlar, fena da olmamış.
 
Soğuk mezelerin kraliçesi sanırım Cibalikapı'da Girit Ezmesi adıyla yediğimiz, özünde şamfıstık, beyazpeynir, sarımsak ve zeytinyağından oluşan, Fıstıklı Peynir Ezme. En az Cibalikapı'nınki kadar başarılı olduğunu söyleyebilirim. Bunun yanında tadına baktığım Levrek Marine, Lakerda ve bu mevsimde bu kadar güzelini nereden bulduklarını bilemediğim kavun da çok lezzetliydi.
 
 
 
Ara sıcaklarda alternatifiniz çok. Mekanın spesiyallerinden olan ve adı Rumca'da ayva ağacı / ayvalık anlamına gelen Kidonya, bir tür deniz kabuklusunun haşlanıp, zeytinyağı ve karabiber ile çeşnilendirilmesinden oluşan bir yemek ve eğer midye türü şeyleri seviyorsanız, oldukça da lezzetli. Aynı şekilde, Ahtapot Izgara ve ilk defa Sıdıka'da karşılaştığım Sıcak Ot Tabağı da. Oldukça geniş bir ot yelpazesi var Sıdıka'da. Kaya koruğu, deniz fasulyesi, ebegümeci, hardal otu, turp otu, pancar otu, deniz börülcesi, kazayağı, şevketi bostan, labada... İstanbul'da bulamadıkları otları temin eden bir otçuları varmış ve ayrıca Zeytinyağı ve kırma zeytinleri Edremit’ten; tulum, ayvada, kidonya ve sübye yumurtası Cunda’dan; kaya koruğu Mersin’den; sofra şarabı da Edirne Yeniköy’den geliyormuş.
 

Sıdıka'nın diğer bir spesiyalli de, Telde Karides. Ben bunun kadayıfa sarılmış jumbo karides olacağını zannetmiştim ama muffin kalıbında pişirilmiş, içinde domates, kaşar ve karides karışımı olan kadayıf şeklinde servis edildi. Malzemeyle bütünleşmiş kısmı lezzetliydi ama onun dışındaki bölüm kuru kadayıf olarak kalmıştı ve lezzetsizdi.
 
İlk gidişimde balığa yer kalmamıştı ama ikincisinde mekanın bir başka spesiyali olan Asma Yaprağında Levrek'i denedim. Ama nedense balıktan çok et tadı geldi ağzıma. Sonra sorunca öğrendim ki menüde köfte de varmış. Muhtemelen daha önce köftenin piştiği ızgarada levreği pişirdiler ve malesef lezzetler birbirine karıştı.
 
Ve finalde gelelim Abidin'e. "Sen mutluğun resmini yapabilir misin, Abidin?" sözünden yola çıkarak isimlendirdikleri tatlıları, başka mekanlarda volkano diye de adlandırılan, içi sıcak çikolatalı kek. Farkları bunu bitter çikolatayla yapıyor olmaları ve gerçekten sonrasında çok ama çok mutlu hissediyor olmanız.
 
 
Sonuç olarak, iddiasız ve fakat samimi bir mekanda güzel bir akşam yemeği yiyip, keyifli dost sohbetleri yapmak isterseniz, tavsiye edebileceğim bir mekan Sıdıka ama rezervasyonunuzu yaptırmayı ihmal etmeyin.
Blog Widget by LinkWithin

Etiketlerim..

...

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii ki pişirilenleri yemek için çok kısa, biraz koşmak lazım... "
myspace graphics

Free Counters

Hayatın İçinden...

 

Divitim... | Creative Commons Attribution- Noncommercial License | Dandy Dandilion Designed by Simply Fabulous Blogger Templates