Son dönem Devlet ve Şehir
Tiyatroları’nın performansından mutsuz olup, oyunların yarısında, daha
fazlasına tahammül edemediğimiz için çıkmaya başlayınca, zaman ve nakit
kaynağımızı gerçekten değeceğini düşündüğümüz özel tiyatroların seçme
performanslarında değerlendirmeye başladık. Evet, Şehir ve Devlet Tiyatroları
ile kıyaslayınca oldukça pahalılar ama gerek sundukları performans gerekse de
ödeneksiz, sadece bilet gelirleriyle hayatta kalmaya çalıştıkları düşünülürse,
verdiğiniz paranın karşılığını fazlasıyla alıyorsunuz.
İşte bu mantıkla bu sene hep
seçmece ve tavsiye üzerine özel tiyatroların performanslarını izledik ve açıkçası
büyük çoğunluğundan da oldukça mutlu ayrıldık. İşte Mecidiyeköy’deki Şişli
Emniyet Müdürlüğü’nün hemen arkasında, sınırlı imkanlarla, performans merkezine
dönüştürülmüş, Tiyatro Hal’da
izlediğimiz “Örümcek Kadının Öpücüğü”
de tadı damağımızda kalan oyunlardan biri oldu.
1985 yılında Manuel Puig’in aynı
isimli romanından beyazperdeye uyarlanmış, William Hurt’ün muhteşem “Molina”
performansı ile oskar aldığı filmin tiyatro uyarlamasında, oyun içinde oyun
tekniği kullanılmış.
Normalde asla yanyana gel(e)meyecek insanların zorunluluktan
da olsa kesişen hayatlarını anlatan bir eser Örümcek Kadının Öpücüğü.
"Yaşamın çok güç olduğu Arjantin varoşlarında büyüdüm. Kadınların
küçümsendiği, erkeklerin yüceltildiği, maçoluğun meziyetten sayıldığı, iktidar
ve gücün prestij olduğu bir dönemde. Bir erkeğin sahip olabileceği en kötü
özelliğin, hassasiyet ve nezâket olduğu bir kültürde...
Çocukluğumda hep Amerikan filmlerine ilgi duydum, çünkü Arjantin
filmleri korkutucu Arjantin gerçekleriyle bezeliydi. Annemle haftada dört kez
sinemaya gider, fantazi dolu müzikaller ve romanslarda kaçışı bulurduk.
Gerçek, filmlerdeki gibi güzel olmalıydı, dışarıdaki gibi güç değil...
Ya da gerçeklik denilen şey kötü sınıf bir filmin içinde hapis
olmaktı." diyor yazar Manuel Puig.
İşte bu hissiyattan yola çıkarak,
eserinde bir politik düşüncelerinden ve eylemlerinden dolayı hapse düşmüş bir devrimciyle,
pedofiliden içeri girmiş bir eşcinseli aynı hapishane hücresine koymuş.
Devrimci olan adam (Valentin),
son derece maço tavırlı, sert düşünceli, kolayca asâbileşebilen, davasına
sâdık, yoldaşlarına bağlı ama gördüğü işkencelerden dolayı hastalıklı ve güçsüz
bir delikanlıdır. Gay hücre arkadaşı ise (Molina), becerikli, süslü, kendini
tamamen kadın gibi hisseden ve o şekilde hareket eden, valentin'e karşı anaç tavırlarla
yaklaşan duygusal bir adamdır. Valentin, okumayı, yazmayı ve davası üzerinde
düşünüp planlar yapmayı sever. Molina, makyaj yapmayı, yemek pişirmeyi, Valentin'e
sevgilisiymiş gibi bakmayı, onunla sohbet etmeyi ve sinemayı sever.
Hücrede vakit geçirmek için
sinemadan konuşurlar. Molina, Valentin'e izlediği bir filmden bahseder. Filmi
anlatan Molina, kendini baş kadın karakterle özdeşleştirir. Valentin'se, konuyu
tamamen kendi penceresinden algılar ve devrimci bakış açısıyla yorumlar.
Manuel Puig, eserde Molina’nın
Valentin’e anlatacağı film olarak başlarda Drakula’yı düşünmüş. Fakar New York’ta
bir gece yarısı televizyonda 1942 yapımı Kedi
İnsanlar’a rastlayınca cinsel baskı temalı bu gerilim filminin daha uygun
olacağına karar vermiş.
Oyunun iki ana karakteri de çok
başarılı. Valentin’i oynayan Çağdaş Tekin’in arada çok hızlı konuştuğu için
anlaşılamamasını saymazsak, sıkça gündeme gelen cürretkar sahnelerin üzerinden
başarıyla gelmiş.
Molina rolündeki Göktay Tosun, ise
aynı William Hurt gibi, bir “gay” i değil, bir “kadın”ı oynamış. Hatta “kadın”
olmuş. Aşık, hüzünlü, duygusal, becerikli, anaç, canayakın, saf bir “kadın”.
Gerçekten iyi bir oyun izlemek
istiyorsanız, Tiyatro Hal’daki Örümcek Kadının Öpücüğü’nü şiddetle tavsiye
ederim.