24 Nisan 2008 Perşembe

Bin Muhteşem Güneş...

Her çıkan kitabını okuduğum yazarlar var. Hatta Miniş'le kitaplarımızı paylaştığımız için, benimkilerden birini görürse almaz bana haber verir ki, ben alayım. Çünkü bir tarafta da iflah olmaz bibliomanik bir durumum var. Benimkilerin bir kitabıysa mutlaka kitaplığımda bulunmalı. Zaten herkese de okusun diye vermem, veremem. Belki 1-2 kişi o kadar. Mesela Miniş deli olur benim kitaplarımı okurken. Çünkü ben kitabı okuyup bitirdikten sonra bile çoğunlukla ilk alındığı günkü kadar temizdir. Haklı olarak bu sonra okuyanda biraz sinir yaratabiliyor. :))

Harlan Coben'den sonra pek kayda değer bir keşif yaptığımız söylenemezdi, düne kadar.

Dün, tatili de fırsat bilerek, filmini çok beğendiğim Uçurtma Avcısı kitabının yazarı Khaled Hosseini'nin 2. romanı "Bin Muhteşem Günes - A Thousand Splendid Sun" ı okuma ve 6-6.5 saat içinde de bitirme şerefine eriştim.

1960'ların ortasından başlayıp 2003'e kadar gelen hikayede, Meryem ve Leyla'nın hüzünlü, iç burkan ve son derece gerçek, yıllar içinde kesişip bütünleşen hayatlarını, Han, Sovyetler, Mücahitler, Taliban ve Karzai sürecindeki siyasi fonda okuyorsunuz. Dili çok sade ve mesaj kaygısından uzak olan kitap, bana biraz Persopolis isimli çizgi filmi hatırlattı. Sonuçta ülkelerin yaşadığı siyasi süreç birbirine yakın olunca, bireylerin etkilenme şekilleri de pek farklı olmuyor.

Kitaptaki kurgu o kadar güzel ki, olaylar hiç beklemediğiniz noktada kesişiyor, karamsarlaşıyor veya içine güneş doğuyor. Bundan sonra daha ne olabilir dediğim sayfadan sonra, daha 200 sayfa falan vardı ve şimdi sorsanız 1 satırı bile çıkartamam.

Aşk, ihanet, dostluk, hasret, hayal kırıklığı, umut kısaca insana dair herşeyi bu kitapta bulacağınızı garanti ediyorum. Yazım da, çeviri de çok başarılı. Pişman olmayacaksınız.

Ben şimdi sıraya Uçurtma Avcısı'nın kitabını aldım. Okuyanlardan aldığım bilgilere göre, filmle kitap arasında farklılıklar varmış. Göreceğiz.

Hani diyorlar ya; "Dünyayı güzellik kurtaracak", bu tip katkıların da sürece büyük etkisi olacağını düşünüyorum. Hosseini'nin tarzı beni o kadar etkiledi ki, esas sıkıntı bundan sonraki kitap çıkana kadarki süreçte bekleme faslı.

Bu arada kitabın film hakları, Sony / Colombia'ya satılmış. Şu anda Schindler’s List'in de senaryosunu yazan Steve Zaillian, kitap üzerinde çalışıyormuş. Ancak kast, filmin dili ve çekileceği yer konuları henüz netleşmemiş.

17 Nisan 2008 Perşembe

Dost Sohbeti ve Yalnız Bir Opera...

Salı akşamı Evroş'la, Kanyon'da buluştuk. Önce GBK'ta yemek yedik. Ben bu sefer kızarmış keçi peynirli, gün kurusu domatesli ve patlıcanlı versiyonu denedim. Yazarken bile ağzım sulanıyor. Sonra da Starbucks'tan kahvelerimizi alıp önündeki havuzun kenarına ayaklarımı uzatıp yayıldık. Ay nasıl hoşumuza gitti. Hava güzeldi, muhabbet güzeldi. Konu nereden geldiyse Murathan Mungan'a de "Yaz Geçer" e ve tabii ki "Yalnız Bir Opera" ya geldi.

Çook eskilere gittim. Bir kısmını ezbere bildiğim nadir şiirlerdendir. Aldı götürdü beni. Yine içimi hüzün, bi burukluk, böyle tarif edemediğim bir duygu kapladı. Hani bende bir anısı olduğu için de değil ama kelimelerin başarısından sanırım.

Buraya yazmak için kopyasını ararken Ekşi Sözlük'te onunla ilgili hoşuma giden bir girişe rastladım: "İnsanın okuyunca aşık olası, ayrılası ve bu ayrılıktan pişman olası gelen şiir"

Bilmeyenler için bir bölümü aşağıda...

"ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim.

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu.
ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki
herhangi biri sanıyordun,
biraz daha fazla sevdiğim,
biraz daha önem verdiğim.

başlangıçta dogruydu belki.
sıradan bir serüven,
rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
gün günden hayatıma yayılan,
varlığımı ele geçiren,
büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin

yaz başıydı gittiğinde,
ardından,
senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim.
kimsesiz bir yazdı.
yoktun. kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında
bir mevsim
bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki küskün kedere,
gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yaz başıydı gittiğinde.
sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.
seni bir şiire düşündükçe
kanat gibi, tüy gibi,
dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

yaz başıydı gittiğinde.
bir aşkın ilk günleriydi daha.
aşk mıydı, değil miydi?
bunu o günler kim bilebilirdi?
"eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen"
notunu buldum kapımda.
altına saat:16.00 diye yazmıştın,
ve 16.04'tü onu bulduğumda.

daha o gün anlamalıydım
bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erkensenin
bana geç kaldığını

..."


"Murathan Mungan, Yaz Geçer, Yalnız Bir Opera"

7 Nisan 2008 Pazartesi

Venedik Taciri... (Tiyatro Pera)

Son birkaç yılda, tiyatroda izleyip de, bizi derinden etkileyen "Uyarca" ve "Yangın Duası" na, Cuma akşamı Beyoğlu, Tiyatro Pera'da izlediğimiz "Venedik Taciri" de eklendi.

Oyun, önemli bir ticaret merkezi olan İtalya’nın Venedik kentinde gelişiyor. Oyuna adını veren, yüksek burjuva Antonio, deniz aşırı ticaret yapmaktadır. Antonio’nun yakın dostu Bassanio ise (-ki bizce tüm ekibin en zayıf halkasıydı) burjuva dünyasının ihtişamı içinde tüm servetini savrukça yitirmiştir. Bassanio, Belmont’ta zengin bir kadın olan Portia ile evlenebilmek için Antonio’dan borç para ister. Antonio bütün parasını yatırdığı malları gemilerle çeşitli noktalara gittiğinden dostu için para taciri Musevi Shylock’tan faiziyle borç para ister. Shylock piyasada kazancına engel olan ve kendisini her fırsatta aşağılayan Antonio’ya borç para vermeyi ilginç bir koşul öne sürerek kabul eder. Shylock paranın vadesi karşılığında faiz yerine Antonio’nun vücudundan kalbine yakın bir yerden yarım kilo et ister. Antonio ise gemilerinden kazanacağı paraya güvendiği için bu ölümcül senete imza atmayı kabul eder. Anlaşma sonunda parayı alan Bassanio, Belmont’a gider. Portia, babasının vasiyeti gereği altın, gümüş, kurşun kutulardan birini seçerek kendi resmini bulan talipli ile evlenecektir. Resmi bulan Bassanio, Portia ile evlenir. Antonio gemileri battığı için Shylock’a borcunu ödeyemez. Shylock ise Musevi kimliği ve varoluşunu aşağılayan Antonio’dan intikam alabilmek için fırsatı değerlendirip Venedik mahkemesine başvurur. Venedik’ten gelen bu haber üzerine Bassanio arkadaşlarıyla Venedik’e gider.

Bu noktada o müthiş tiradını söyler:
"salerio: Ne olmuş yani, borcunu zamanında ödeyemezse, etini alacak değilsin herhalde. ne işe yarar ki bu?
shylock: Balık tutmaya yarar. Kimseyi doyurmasa bile alacağım intikamı doyurur. Beni aşağıladı, yarım milyondan etti, zararlarıma güldü, kazancımla alay etti, halkımı hor gördü, işlerimi köstekledi, dostlarımı soğuttu, düşmanlarımı kızıştırdı. Neden yaptı bunları peki? Ben yahudiyim de ondan. Yahudinin gözü yok mu? Yahudinin elleri yok mu? Organları, boyu, posu, duyuları, duyguları, heyecanı yok mu? Aynı yiyecekle beslenmiyor mu, aynı silahla yaralanmıyor mu, aynı hastalıklara yakalanmıyor mu, aynı yollarla iyileşmiyor mu, aynı kışın ve yazın üşüyüp, ısınmıyor mu? Farkı ne hıristiyan insandan? Etimiz kesilince bizim de kanımız akmaz mı? Gıdıklanınca gülmez miyiz? Zehirlenirsek ölmez miyiz? Peki ya bize haksızlık ederseniz öcümüzü almaz mıyız? Her şeyde size benzediğimize göre, bunda da benzeyeceğiz tabii. Yahudi hıristiyana haksızlık edince, karşılığında göreceği iyilik ne? İntikam! Hıristiyan yahudiye haksızlık ederse, hıristiyan örneğine göre karşılığı ne olmalı? İntikam tabii! Hainlik etmesini sizden öğrendim, yine size uygulayacağım. Bu işi sizden çok daha iyi yapacağıma da güvenebilirsiniz."

Para ticareti yapan Yahudi Syhlock ile Hıristiyan tacir Antonio, Venedik yasalarına göre hesaplaşacaklardır.

Oyunda Hıristiyan ve Musevilerin iş dünyasının eğlenceli ve gerilimli ilişkilerinde para, güç, mevki, aşk, ticaret, adalet kavramları sorgulanır. Venedik kenti, para ilişkilerinin ve borsanın olduğu gibi; aşkların ve karnavalların da merkezidir. Sularla çevrili kentin kanalları hem büyüleyici hem de ürkütücüdür. Kanallar, Yahudilerin yaşadığı Getto bölgesini de kentin diğer bölgelerinden ayırır. Venedik’in vazgeçilmez imajı karnaval ve maskeler, ticaretin, aşkın ve kentin gizli dünyasının da bir yansımasıdır. Karnaval, maskeler, Rialto Borsası, müzikler, danslar ve genelde Venedik kentinin büyülü atmosferi oyunun da belkemiğini oluşturur.

Ancak Shakespeare'in 1500'lerin sonunda yazdığı oyun, Tiyatro Pera tarafından modernize edilmiş. Cep telefonları, laptoplar, internetten takip edilen borsa bilgileri.

Tiyatro Pera'nın oldukça küçük bir sahnesi var ancak bu dezavatajı, sizi oyunun içine çekmek için bir avantaj olarak kullanıyorlar. Resmen oyunun içinde, oyuncuların yanındasınız. Muhtemelen de bunun etkisiyle, oyun bittiğinde ben dahil salonun yarısı ağlıyordu:))

Belirtmeden geçemeyeceğim, oyun "En İyi Prodüksiyon", Shylok'u oynayan Mehmet Ali Kaptanlar ise "En İyi Erkek Oyuncu" dalında bu seneki Afife Tiyatro Ödülü adaylarından.

3 Nisan 2008 Perşembe

Saç Bakımı...

Evroş, üniversiteden sınıf arkadaşım. Ben tanıdığımdan beri saçları hep uzundu. Bazen biraz fazla, bazen biraz da az ama hep uzun. Geçen seneye kadar da kızıl.

Bazen konuşurken denk gelir bahsederdi. Saçına bakım yapıyormuş. Sonrasındaki değişikliği dışarıdaki insanlar bile fark edip, "Aaaa, ne yaptın saçlarına da böyle dolgun ve parlak?" diye sorarlarmış.

Diğer taraftan da benim bu taraklarda hiç bezim yoktur. Öyle badem yağı süreyim saçım gürleşsin, salatalık koyayım gözümün şişini alsın, bilmemne yapayım cildim parlasın falan filan. Neyse sanırım 2-3 ay önce aklıma geldi. Bir mail attım. "Ya neydi şu sihirli formül, bana bir yazsana" diye.

Cevap aynen şöyle geldi, "Badem yağı, buğday yağı, ceviz yağı karıştır, içine bir ampul volteren kır, sür saçına, sonra yıka."

Yağlardan ne kadar kullanacağım, içine kaç ampul kırıcam, ne kadar bekleteceğim hiç birinin cevabı yok. Soruyorum, cevap "kafana göre". Sadece 1 saat civarında beklettiğini öğrenebildim, ben tüm gece zannediyordum, yüreğime su serpildi.

Neyse ben yağları aldım. (Hatta bu gizli!!! formülü gittim bizim dükkandaki "Miniş" le de paylaştım, bundan sonraki herşeyi beraber yaptık.) Eczaneye gidip volteren ampulleri aldık. Akşam evde yağları kafama göre 3 e bölüp (Volteren 5 li kutudaydı, 3'ü bende 2'si Miniş'te kaldı) içine bi güzel de voltereni kırıp karıştırdım. Sürdüm kafama. Hatta bir de geç gelmesini beklediğim kocam erken gelince ona o halde yakalandım. "İşte dedi, hayallerimin kadını..." O seans öyle bitti.

Ve ben yukarıda saydıklarımı bir kez daha yaptıktan sonra kuaförüme gittim. Gerine gerine anlatıyorum. "Muratçım, nasıl ama saçlarım. Çeşitli yağ karışımı içine volteren ampul kırıp bakım yapıyorum. Korktuğum gibi de değilmiş, kolay temizleniyor yağ saçtan."

Murat şöyle bir durdu. "Pardon bi dakika" dedi, "Ne sürdüm dedin?" Ben yine anlattım tüm detaylarıyla. Tabii bunu aldı bir gülme. "Yahu bu işte bir hata var. Ne işi var ağrı kesici, adele gevşeticinin saçta?, Gerçi artık saçını çektiğimde daha az acıyor sanırım ama!!!!"

Ertesi gün geldim, Evroş'a mail attım. Yazışma aynen şöyle:

- Ya kızım sen emin misin şu volteren olayından, bepanten, evigen, hatta bemix C'yi biliyorlar da kimse bunu duymamış.
- Bak şimdi sen söyleyince bana da bi tuhaf geldi. Dur bi anneme sorayım.
- Nasıl ben söyleyince, sen söyledin ya bunu.
- Ya kızım annem katıldı gülmekten. Baş ağrınız da olmaz o formülle diye de dalga geçti. Bepanten doğruymuş.

Tabii ki, Miniş'e gülmekten anlatamadım hikayeyi. O da demez mi "Volterenli formül zaten benimkini çok yağlandırdı, neden diye merak ediyordum"

Sonuç olarak doğru ve iyi neticelerini gördüğümüz formülün doğru hali şöyle:
Aynı oranda, yaklaşık 20 cc, badem+ceviz+buğday yağı, 1'er ampul bepanten+evigen ve bemix C ile karıştırılır. Saça masaj yapılarak sürülüp, en az 1 saat bekletilir. Sonrasında yıkanır.

Haftada veya 15 günde 1 tekrar edilmesinde fayda var.

2 Nisan 2008 Çarşamba

2 Film... (August Rush & The Kite Runner)

Kafama uyan, türünü sevdiğim tüm filmleri, mümkün olduğunca kaçırmadan seyretmeye çalışıyorum. Son dönemde seyrettiğim 2 filmden özellikle çok etkilendim. August Rush (Kalbini Dinle) ve The Kite Runner (Uçurtma Avcısı). Kendinizi 2 saatliğine günlük hayatın karmaşasından soyutlamak isterseniz, bu iki filmi özellikle tavsiye ederim.

Çok duygusal, insanın içine işleyen bir film. Bir Rock yıldızı ile çellistin birlikte geçirdikleri gece sonrasında 11 sene birbirlerini hiç gör - e-memesi ve o esnada müziğin içinde anne ve babasını arayan, üstün yetenekli, dünya tatlısı bir çocuk...


Filmin müziklerine ve The Tudors'da VIII.Henry'i de oynayan Jonathan Rhys Meyers'a özellikle dikkat. Yine 2007 yılından Richard Gere ile Av Partisi'nde başrolü paylaşan Terrence (Dashon) Howard ve son dönemde birbirinden oldukça farklı rollerle karşımıza çıkan Robin Williams, filmin diğer dikkat çeken oyuncuları.

Afgan yazar Khaled Hosseini’nin(Halit Hüseyni) aynı adlı çok satan romanından uyarlanan “Uçurtma Avcısı-The Kite Runner”da ise, uzun yıllardır Kaliforniya’da yaşayan Amir adlı bir Afgan göçmeninin, çocukluk arkadaşı Hasan’ın oğlunun başının dertte olduğunu öğrendikten sonra ona yardımcı olmak için Taliban yönetiminin kontrolündeki anavatanına geri dönüşünün çarpıcı öyküsü anlatılıyor.

Kaliforniya’da yaşayan Amir, Afganistan’a Taliban rejiminin hakim olmasından sonra Amerika’ya göç eden Kabil’li zengin bir tüccar ailenin oğludur. Kabil’de geçen çocukluk yılları sırasında evin hizmetçisinin oğlu Hasan ile çok sağlam dostluk bağları kurmuştur. Ancak bir uçurtma yarışı sırasında Hasan’ın başına gelen olayda ona yardım edebileceği halde ona sırtını dönerek en sevdiği arkadaşına ihanet etmiştir. Aradan geçen uzun yıllar boyunca bu ihaneti ve suçluluk duygusu hiç aklından çıkmaz. Yıllar sonra Hasan ve karısının Taliban tarafından öldürüldüğü haberini alır. Bunun üzerine bir zamanlar ihanet ettiği çocukluk arkadaşının başı dertte olan oğlunu bulmak ve onun hayatını kurtarmak için Taliban yönetiminin kontrolündeki Afganistan’a geri döner.

Filmin yönetmenliğini, şu aralara Digiturk'te de sıkça yayımlanan, “Finding Neverland”den tanıdığımız Marc Forster üstlenmiş. Senaryoyu ise, “25th Hour”daki çalışmasından tanıdığımız David Benioff ile Khaled Hosseini beraber yazmışlar.

Kitabı geçtiğimiz günlerde uğradığımda Remzi'de görmüş fakat filmini seyredeceğim için almamıştım. Ne büyük bir hata...!!! Hemen telafi edilmeli :))

Blog Widget by LinkWithin

Etiketlerim..

...

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii ki pişirilenleri yemek için çok kısa, biraz koşmak lazım... "
myspace graphics

Free Counters

Hayatın İçinden...

 

Divitim... | Creative Commons Attribution- Noncommercial License | Dandy Dandilion Designed by Simply Fabulous Blogger Templates