29 Mayıs 2013 Çarşamba

Son Oyun / Ahmet Altan...


 
Ahmet Altan’ın gazeteciliği, siyasi yönü, taraf veya tarafsızlıkları beni nedense hiç ilgilendirmiyor. Benim için Ahmet Altan, “Bir orospuyu azize yapar aşk, bir azizeyi de orospu!” sözüyle, aşkı tarif etmek adına yazılabilecek veya söylenebilecek herşeyi tek cümlenin içinde ifade edebilmiş kişidir. O yüzden benim için çok önemli ve çok değerlidir.

“Son Oyun”a kadar çok ciddi bir süre ara verdi roman yazmaya Ahmet Altan. Az buz değil 9  senedir bekliyoruz. Uzun ve sancılı bir dönemden sonra doğan Son Oyun, her zamanki Ahmet Altan romanları gibi çok provokatif başlıyor ama detayların veriliş şekli itibariyle, sanki alışılmış tarzının bir çıt altında kalmış.

Uzun süredir roman yazamanyan bir yazar, yeni arayışlarla, bir cinayet romanı yazmak için çıktığı yolculukta, zeytinliklerle çevrili bir kasabada önce mola verir sonra da oraya yerleşir. Kasaba, belalı çetelerin elindedir, bir yanda belediye başkanı, diğer yanda kasabanın köklü ailelerinden biri iktidar savaşına girmiştir. Her iki tarafın emrinde azılı kabadayılar, kiralık katiller vardır ve onlar aracılığıyla kan davası sürmektedir. Hikaye anlatıcı pozisyonundaki yazarımızın, işlediği cinayet sonrasında kendiyle hesaplaşmak için oturduğu kasaba meydanındaki bankta, kendisiyle konuşmasıyla başlıyor ve ağırlıklı flashbacklerle ilk günden o ana geliyor.

Son Oyun, Ahmet Altan ve bir Ahmet Altan romanı okuduğunuzun bilincinde değilseniz, tarz olarak sert, cüretkar veya belden aşağı gelebilir ama ne istediğinizi bilerek veya bekleyerek bu kitabı elinize alacaksanız o zaman da değil cüretkar, mütevazı bile bulabilirsiniz.

Ben kitabın en çok, aynı zamanda anlatıcısı olan yazarın Tanrı ile, iki yazar/meslektaş olarak, tatlı tatlı didiştiği bölümlerini sevdim.

Bir bölümde yazarımız Tanrı’ya, “Senin egon çok yüksek... Kitapların geniş kitleler halinde, kocaman binalarda okunsun, herkes senin yazdıklarını beğensin istiyorsun. Ama başta yarattığın karakterleri sen de beğenmemişsin ki, “yaktı” diyorlar senin için” diyor. Sonrasında da bulduğu “insan” karakteri ve o karakterin içine koyduğu değişkenliler için onu tebrik ediyor. Ama bu dialoglardaki belki de en can alıcı soru sanırım günah üzerine olan; “Günahı işleyen mi, yoksa o günahı yaratan mı daha günahkar?”

1 yorum:

Vale dedi ki...

Paylaşım için teşekkür ederim. Blogunuzu yakından takip ediyorum ve beğeniyorum. Başarılarınızın devamını dilerim...

Blog Widget by LinkWithin

Etiketlerim..

...

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii ki pişirilenleri yemek için çok kısa, biraz koşmak lazım... "
myspace graphics

Free Counters

Hayatın İçinden...

 

Divitim... | Creative Commons Attribution- Noncommercial License | Dandy Dandilion Designed by Simply Fabulous Blogger Templates