Belki Christopher Nolan’ın “Dark
Knight Rises’la” finalini yaptığı olağanüstü Batman Üçlemesi’ne değinmeden
önce, genel bir Batman incelemesi yapmakta fayda var.
Çeşitli kaynaklardan
öğrendiklerimizi toparlarsak; Batman veya Yarasa Adam karakteri 1938'in başında
Action Comics serilerindeki Superman'in başarısından sonra, sonradan DC Comics
olacak olan National Publications 'ın editörleri tarafından yaratılmış. Bob Kane
ve Bill Finger tarafından yaratılan karakterin ilk çizimleri Superman
tarzındaymış, kostümü kırmızımsıymış ve eldiveni de yokmuş. Maskeli balolarda
takılana benzer bir maske takan karakter bir ipte sallanıp, yarasaya benzeyen
sabit iki kanat ve büyük bir amblem de taşıyormuş.
Batman karakteri çok sevilip,
popülerliği artınca elbette Hollywood boş durmamış ve çizgi karakter çeşitli
yönetmenlerin kameraları aracılığıyla bedenlenmiş. 1943, 1949 ve 1966’da 3 kez
beyaz perdeye aktarılan karakter, 1989 – 1997 arasında da, Tim Burton ve Joel
Schumacher tarafından ikişer kez birbirinin devam filmleri olarak çekilmiş.
Bunlarda Batman karakterini Michael Keaton, Val Kilmer ve George Clooney
canlandırmıştı.
Yıllar içinde Batman'in orijinal
hikâyesi, geçmişi ve görünümü/davranışları bazen küçük, bazen de büyük
revizyonlara uğramış. Bazı olaylar büyük değişim geçirir iken, ailesinin ölümü
ve adeletin peşinde olması gibi olaylar ve konular değişmemiş.
Tüm öykülerde Batman, Bruce
Wayne'in alt kişiliği. Bruce Wayne varlıklı bir playboy, yatırımcı, hayırsever
bir işadamı ve doktor olan babası Thomas Wayne ve annesi Martha Wayne'in bir
gece sokakta hırsız tarafından öldürülmesinden sonraki yıllarda kendini, fiziksel
ve mental olarak geliştirerek, suçla savaşıp, çok sevdiği Gotham’ı kurtarmaya
adıyor. Karşısındaki kötü karakterler ise en popüleri Joker olmak üzere kimi
zaman Penguen, kimi zaman ise Buz Adam veya Zehirli Sarmaşık olmuş.
2005 yılında Batman serilerinde
sazı, Memento, İnsomnia, Prestij ve İnception filmlerinden de
hatırlayabileceğiniz, İngiliz, Christopher Nolan aldı eline ve geçmiş kurgu ve
anlayışın üzerine bir sünger çekerek ama ana hikayeye sadık kalarak, yepyeni
bir Batman yarattı.
Nolan’ın Batman Üçlemesi’ni, bana
göre, diğer Batman filmlerinden ayıran en önemli özellik, ilk filmden
başlayarak Batman'i "üstün güçleri olan bir süper kahraman" olarak değil,
gerek dövüş becerisi, gerek kıyafeti, gerek kullandığı ekipmanlar olsun, mantık
süzgecinden geçirilmiş, günümüz dünyasına uyarlanmış, kafadaki soru
işaretlerinden uzaklaştırılmış olarak karşımıza çıkartması. Bunun yanında Tim Burton'ın
Batman'inde gördüğümüz karanlık ve puslu, gotik Gotham yerine de, Manhattan'ı
andıran, daha gerçekçi bir Gotham gelmiş. Ayrıca üçlemede başta Batman (Christian
Bale) olmak üzere Alfred’den (Michael Caine) Lucius Fox’a (Morgan Freeman),
James Gordon’dan (Gary Oldman) Ducard / Ra's Al Ghul’a (Liam Neeson) kadar tüm
önemli karakterlerin aynı kişiler tarafından canlandırılmış olması da diğer öne
çıkan bir ayrıntı.
Üçlemenin ilk filminde (Batman
Begins), Bruce Wayne’in çocukluğunu, başta babası olmak üzere ailesiyle
ilişkileri, onları kaybetmesinin üzerinde yarattığı travmayı, sonrasında Gotham’dan
ve kendinden kaçışını, Ducard tarafından bulunup eğitilmesini, Ducard’ın Gotham’ı
yok etme planını öğrendiğinde de, çok sevdiği şehrini kurtarmak için geri
dönüşünü ve şirket çalışanlarından Lucius Fox’un da yardımlarıyla Batman’i
yaratmasını izlemiştik.
İkinci filmde (The Dark Knight), malesef
filmin vizyona girdiği sıralarda hayatını kaybeden, Heath Ledger tarafından
canlandırılan, bence, gelmiş geçmiş en iyi Joker uyarlamasıyla tanıştırdı bizi
Nolan. Batman karakteri ve oyuncakları da (Batsuit, Batmobile, Batpod vs) artık
iyice oturmuştu. İyiyle kötünün savaşı daha bir anlam kazanmıştı. Sonuçta da,
Batman, iyilikle mücadelenin herşeyin ötesinde olduğunu savunarak kendini feda
etti ve tüm kötülükler için kendisinin suçlanmasına izin verdi.
20 Temmuz 2012 tarihinde vizyona
giren serinin üçüncü ve Nolan’a göre de son filmi olan Dark Knight Rises, ABD'nin
Colorado eyaletinin Aurora şehrindeki ilk gösterimi sırasında düzenlenen
saldırıda 12 kişi hayatını kaybetmesiyle tatsız bir şekilde hafızalarda ve
yüreklerde yer etse de, gelmiş geçmiş en iyi gişe filmlerinden biri olma
yolunda ilerliyor.
Muhteşem oynanmış bir Joker
karakterinin üzerine gelecek kötü karakter konusu çok kritikken, Nolan konuyu
DC Comics’in az bilinen ve üzerinde güzel oynanabilecek Bane’i ile çözmüş. Tom
Hardy’de karakterle müthiş bütünleşmiş.
İkinci filmin üzerinden sekiz yıl
geçtikten sonra başlayan son filmde, çökmüş, kendini hayata kapamış, fiziksel
arazlarıyla yaşamayı kabul etmiş, herşeyden önemlisi Batman’i sonsuza dek
gömmüş bir Bruce Wayne’le karşılaşıyoruz. Herşey üstüste kötü giderken
karşımıza gelen Bane, kapitalizmle sömürülen hayatlara karşı suçlulardan bir
direniş gücü oluşturarak “adaleti” sağlama görevini üstleniyor ve Gotham’ı yok oluşa
doğru sürüklemeye başlıyor. Bu arada da, kendisine karşı durmak için fiziksel
olarak karşısına çıkan ama mental olarak buna hiç hazır olmayan Batman’i de
hallaç pamuğu gibi dağıtıp, dünyanın bilinmez bir yerindeki, bir yeraltı
hapishanesine kapatıyor. Ve iyilikle kötülüğün savaşı, azmin insanı
taşıyabileceği nokta bundan sonra gelişiyor.
Son filmin, üçleme içindeki en
önemli fonksiyonu, bence, hiçbir konuyu açıkta bırakmıyor oluşu. Bu da, senaryoyu
kardeşiyle birlikte yazan Nolan’ın, üç filmi de birlikte düşünüp, kurgusunu
öyle tasarladığı fikrini güçlendiriyor. Filmin içinde ve özellikle de son
bölümünde yaptığı flashback’lerle, akılda kalabilecek tüm sorular karakterler
üzerinden cevaplanmış.
2005 ve 2008’de çekilmiş ilk iki
filmi izlemiş olabilirsiniz ama tavsiyem, hafızanızda detayların üzerinede
birikmiş tozları kaldırıp, yeni film öncesi tazelenmek adına, The
Dark Knight Rises öncesinde Batman Begins ve The
Dark Knight’ı bir kere daha izlemeniz. Sonrasında da, Kara Şövalye’nin yükselişinin
tadını çıkartmanız.
0 yorum:
Yorum Gönder