28 Ekim 2009 Çarşamba

Atatürk'ün İzinden Gitmek...


Başbakan'ın "Atatürk'ün İzinden Gitmek" eylemini tamamen yanlış anladığı bir kez daha ortaya çıktı. Eylemi kendine göre yorumladı ve içindeki egoya, çevresindekilerin de gazına yenik düşerek yukarıda gördüğünüz pozu verdi.

Ne yazmış Baş Öğretmen!!!, "Akademi için ders zili çalıyor." Vallahi bıravo, demek latin harfleri ile de okuyup yazabiliyormuş.

Hiç mi bir aklıselim çıkmadı, söyle - ye - medi, "Efendim, tam da 29 Ekim haftası, bu fotoğraf abes kaçar, yanlış anlaşılır, hepsini bırakın çok komik kaçar?" Demek ki söylememiş, yazık.

Bu çirkin vesile ile, Atam seni bir kez daha saygıyla anıyorum, kemiklerin sızlasa da nur içinde yat.


26 Ekim 2009 Pazartesi

Reklamın İyisi Kötüsü ve Burger King...

Reklamın iyisi kötüsü olmaz diyorlar ya, bence kesinlikle yanılıyorlar. Evet belki kötüsüne sinirleniyoruz ama yine de marka farkındalığı yaratılıyor diye düşünenler, özünde halt etmiş.

Pepsi'yi zaten tercih etmezdim, dolayısıyla Seda Sayan'lı reklamıyla, bence, kendini imaj olarak Cola Turka'nın bile altına çekmiş olmasıyla çok ilgilenmedim. Sadece Pepsi için üzüldüm. Ancak Burger King'in o iki salak sarışınla yaptığı reklam beni bitirdi.

Reklam metinleri aklımda kaldığı kadarıyla şu düzeyde (Evet malesef aklımda kaldı :((:

- Nuggets, adını tavukların gıdaklamasından almış.
- Aaaaa, bi yaşıma daha girdim.
- İnanmıyorum, bugün senin doğumgünün mü?
***
-Ay bu kadar tavuğu nereden buluyorsunuz?
- Arkada koccaman kümes felan mı var?
- Evet, hani inekler filan?

Bi de bugün röportaj vermişler: "İnsanlar bizi aptal sarışın zannediyor ama reklam anlaşmalarımız için 30 bin tl istiyoruz" diye.

Üşenmedim baktım, Uludağ sözlükte haklarında 11 sayfalık giriş var. Zekalarının oda ısısı seviyesinde olduğunu iddia eden de var, zeki olup aptalı oynadıklarını söyleyen de.

Bense kendime sormadan edemiyorum, halkın %47'sinin zeka seviyesinin nerelerde olduğunu zaten biliyoruz ancak geri kalanların günahı ne? Hayır bişey değil, ben Burger King'i severdim, hatta o geldikten sonra Mc Donald's a uğramadım bile diyebilirim ama şimdi bırakın içeri girmek, logosunu görmek bile içimi kaldırıyor.

16 Ekim 2009 Cuma

Tamirane...

Pazar sabahı hava çok ama çok güzeldi. Biz de puslu ruhumuzu aydınlatmak için ailecek açık havada kahvaltı yapalım istedik ve benim önerimle muhteşem bir açık alana sahip Santral İstanbul'un bahçesindeki "Tamirane" ye gitmeye karar verdik. Hem bizim hem de kuçumuzun keyif alacağını düşünmüştüm, sonuçta herkes mutlu olacaktı.

Hafta içinde arayıp rezervasyon yaptırdım, detayları öğrendim. Pazar günleri açık büfe brunchları varmış, kişi başı 25 tl imiş, saat 10'da başlıyormuş. Dedim ki "biz kuçumuzla geleceğiz, kimseyi rahatsız etmek istemeyiz, ltf kenar bir masa olsun", "tamam" dediler.

Pazar sabahı 5 kişi ve 1 kuçu olarak Tamirane ye vardığımızda daha pek kimse gelmemişti. İlk dikkatimizi çeken masamızın orta - kenar diye tabir edebileceğimiz bir noktada olduğuydu. Öğlene doğru yükselecek güneşten etkilenmemizi istememişler.

Neyse yerimize geçip oturduk. Kimse bizimle ilgilenmiyor. 7-8 dk sonra ortadaki garsonlardan birinin zor bela dikkatini çekip sipariş vermek istediğimizi söyledik. "Ok, açık büfeden istediklerinizi alabilirsiniz" dedi bize. Ben açık büfeyi ekmekler hariç çok zayıf bulduğum için kendime bir menemen söylemeye karar verdim. Inanmazsınız masadaki herkesin kahvaltısı bitti, biz 4 değişik garsona siparişimizi yeniledik, hemen hemen 45 dk sonra menemenden başka herşeye benzeyen menemenim geldi. Menüde bir de pancake vardı. Porsiyonda kaç tane olduğunu sorduk. Garson " Sanırım 6 adet" dedi. O zaman ortaya istedik. O da yaklaşık 25 dk sonra geldi. Ama bir büyük pancake, 6'ya bölünmüştü. Düşünebiliyor musunuz, en az 10 tane garson var, kimsenin birbirinden haberi yok. Şikayet edince, kusura bakmayın bir karışıklı oldu diyorlar ama bu bizim sorunumuzu çözmüyor. Meğer şefleri gecikmiş. O gelince sisteme oturdu ama neye yarar, biz bitmiştik.

Bu arada arkamızdaki uzuuuun masa, bir ana okulunun veli tanışma toplantısı için dolmaya başladı. İnanmazsını 4-6 yaş arası en az 15 çocuk. Sonra diğer 4 masaya da, yaşları muhtelif, en az 3 çocuklu gruplar geldi. Ortalık döndü mü çocuk bahçesine.

Menemenimi de yiyemeyince dedim ki, çimlerde biraz Zilli ile oynayalım da keyfimiz yerine gelsin. Zaten günün neredeyse tek güzel tarafı onun eğlenmesiydi. Önce çimlerde kendi topuyla koştu, oynadı. Sonra diğer çocuklarda babaları ve toplarıyla geldi. Bizimki bıraktı kendi topunu başladı onlarınkinin peşinde koşmaya. Ama nasıl güzel top saklıyor, inanmazsınız. Biz büyükler çok güldük ama çocuklar ciyak ciyak "Babaaaaaa, köpek topumuzu patlatacak!!!" diye. Allah'tan bir kaza olmadan oyun faslını tamamladık.

Oyun faslı öncesinde hesap istemiştik. Meğer brunchta 1 çay varmış, onun dışındakiler 3 tl. Böyle bir uygulamaya ilk defa tanık olduk. Alt tarafı çay yahu, hem de 3 tl. Biz Zilli ile oynarken ailenin geri kalanı kahve söylemiş. Toparlanırken biz hesabı ödemiştik, kahve ekstra,borcumuz nedir dedik, çatır çatır onun da parasını aldılar. Yahu bari onu ikram et.

Pazar günü, güzel hava ve güzel bir mekanda 5 kişi kahvaltı için (4 brunch+1 menemen+1 pancake+ muhtelif çay) 160 tl ödedik ve resmen paramızla rezil olduk. Kötü servis, kötü yemek ve umursamaz bir idare. İşte Tamirane'deki brunchtan aklımda kalanlar...

8 Ekim 2009 Perşembe

İki Çarpı İki / İstanbul Devlet Tiyatrosu...

Dün Evroş'la 2009 - 2010 tiyatro sezonunu açtık. Şehir tiyatrolarının ekim programına kendimizi bir türlü uyduramadığımız için üstüste iki oyun izleyeceğiz. İlki dün akşamdı.

İki Çarpı İki, Devlet Tiyatrosu'nun bu sezon İstanbul'da yapacağı 7 Dünya Prömiyeri'nden ilkiydi.

Behiç Ak'ın yazıp, Serpil Tamur'un yönettiği oyunun, iki karakterini, Yabancı Damat ve Son Bahar dizilerinden tanıyacağınız Seray Gözler Yeniay ve Kurtlar Konseyi'nin Nizamettin Güvenç'ini oynayan Adnan Biricik canlandırıyor.

Temelde iki farklı karakterdeki iki çiftin ilişkisini anlatan oyun çok güçlü dialoglar üzerine kurulmuş. Oyuncular an içinde, birbirine zıt iki karakter arasında mimik, ses tonu ve duruş değişiklikleri ile geçiş yapıyor. Bunun dışındaki tüm aktiviteler ise (giyinmek, soyunmak, yemek yemek vs) bir nevi pandomim çünkü sahnede oturdukları sandalye ve banklardan başka bir obje yok. Dolayısıyla oyuncuların üzerinde müthiş bir yük var. Ancak zaman zaman hareketlerle dialogları aynı anda takip etmekte zorluk yaşadığımı itiraf etmeliyim.

Tanıtım metninde dediği gibi: "İki çift, iki ayrı ilişki, iktidar ve sevgi, evlilik ve monotonluk, aşk ve macera, kadın ve erkek, birey ve politika üzerine ilginç bir oyunculuk deneyimi." bizce sezona iyi bir başlangıç oldu.

Ancak söylemeden geçemeyeceğim, oyun Cevahir'in 2. salonunda. Ben Kenterler'e koltuklar kötü ve sıkışık olduğu için özellikle gitmem, burada yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Koltuk araları, inanmazsınız, sadece 1 bacağın sığabileceği kadar geniş ve koltuklar hareketsiz. Yani diyelim ki yerinize geçebildiniz, birine kalkıp yol vermeniz mümkün değil. Yeni yapılmış bir salon için yazık ki ne yazık. Bu salonda malesef bir biletimiz daha var, sonra mecbur kalmadıkça tövbe.

5 Ekim 2009 Pazartesi

The New York Times ve Sabah...

Efendiiiiim, düşündüm ki Federer'in US Open'ın final maçında Del Potro'ya yenildiğini duymayan kalmamıştır, dolayısıyla yeni konumuza geçebiliriz:)))

Çoğunuzun bildiği gibi Sabah Gazetesi, TMSF'nin el koyması ve sonrasında iki devlet bankasının sağladığı kredi sonrasında Çalık Holding'e satılması süreci ve sonrasındaki "Yandaş Medya" suçlamalarında oldukça kan kaybetti.

Hem bu imajın cilalanması, hem de kaybedilen A+ okuyucunun geri kazanılması amacıyla, dışarıdan bakıldığında, büyük bir başarıya imza atarak her pazar "The New York Times" ı türkçe - ingilizce yayımlamaya başladılar.

Dünkü ilk sayıyı merakla beklediğimi itiraf etmeliyim. Açıkçası özellikle Serdar Turgut ve Oray Eğin'in konuyla ilgili yazabileceklerini merak ediyorum ama aşağıda kendi fikirlerimi sıralamadan da edemedim:)

- The New York Times, yapı itibariyle oldukça "cool" bir gazete. Dolayısıyla sanki Sabah Gazetesi, renkleri ve kurgusuyla, onun yanında pazar eki olarak verilmiş gibiydi.

- Yazıları okumadan sayfaları çevirmeye başladım, ki ilk şok: Tam sayfa bir rakı ilanı, Tekirdağ Altın Seri. Tamam slogan "En İyilerin Şerefine" ama sonraki sayfadaki Finansbank Xclusive'in yarattığı ten uyumu bu ilanda olmamış. Şiddetli marka uyuşmazlığı.

- Durum bu noktada, bence, daha da kötüleşiyor. Eğer "Golf'ün Olimpiyatlara Dahil Edilip Edilemeyeceği" ile ilgili bir makalenin, ülkenin giderek artan Golfçü nüfusunun (belki %0,001) ilgisini çekeceğini düşünüyorsan, o insanların ve daha bir çok başka kişinin yüksek seviyede ingilizce konuşacağını da düşünmelisin. Yani hem orijinalini hem de türkçesini koyduğun makalelerin tercümelerinin çok ama çok iyi olması gerekiyor, ama sonuç tam bir felaket. İşte sadece bir makaleden gözüme çarpanlar:

High Cost of Death Row / Ölüm Cezasının Maliyeti

To the many excellent reasons to abolish the death penalty - it's immoral, does not deter murder and affects minorities disproportionately - we can add one more. It's an economic drain on governments with already badly depleted budgets.

Ölüm cezasını kaldırmak için; ahlaki olmadığı, cinayetten caydırmadığı, fazlasıyla bir azınlığı ilgilendirdiği gibi pek çok iyi nedenler sayılabilir; bunlara daha pek çoğu eklenebilir. Ölüm cezası, hükümetlerin zaten fena halde tükenen bütçeleri üzerinde ekonomik diren rolü oynuyor.

It is far from a national trend, but some legislators have begun to have second thoughts about the high cost of death row. Others would do well to consider evidence gatheredby the Death Penalty Information Center, a research organisation that opposes capital punishment.

Bazı parlamenterlerde ölüm hücrelerinin yüksek maliyetleriyle ilgili yeni düşünceler oluşmaya başladı. Diğerleriyse ölüm cezası karşıtı olan araştırma kuruluşu Ölüm Cezası Bilgilendirme Merkezi'nin verilerini dikkate almakla yetiniyor.

States waste millions of dollars on winning death penalty verdicts, which require an expensive second trial, new witnesses and long jury selections. Death rows require extra security and maintenance costs.

ABD eyaletleri; pahalıya mal olan ikinci duruşmayı, yeni tanıkları ve uzun jüri seçimini gerektiren ölüm cezası hükümlerine varmak için milyonlarca ABD doları harcıyor.

......

This is a state whose prisons are filled to bursting and whose government has imposed doomsday - level cuts to social services, health care, schools and parks.

Kıyamet kadar kalabalık ve patlayacak kadar dolu olan hapishanelerin maliyetini karşılamak için sosyal ve sağlık hizmetlerinin yanısıra okul, park gibi hizmetlerde kesintiye gidiliyor.

Money spent on death rows could be spent on police officers, courts, public defenders, legal service agencies and prison cells.

????????? (Bu bölüm hiç yok)
Blog Widget by LinkWithin

Etiketlerim..

...

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii ki pişirilenleri yemek için çok kısa, biraz koşmak lazım... "
myspace graphics

Free Counters

Hayatın İçinden...

 

Divitim... | Creative Commons Attribution- Noncommercial License | Dandy Dandilion Designed by Simply Fabulous Blogger Templates