13 Haziran 2014 Cuma

Wes Anderson’dan Bir Masal, Büyük Budapeşte Oteli...




Özellikle The Darjeeling Limited, Tenenbaum Family ve Moonrise Kingdom filmlerinden tanıdığımız ve kendine has tarzıyla, çok özel yönetmenler arasında yer alan Wes Anderson’un son filmi olan Büyük Budapeşte Oteli’ni, çeşitli aksilikler sonucunda ancak geçen hafta izleyebildim.

Film dünyasında Wes Anderson denince akla gelen değişmez özelliklerin başında simetri, pastel tonlar ve masalsı bir anlatım geliyor. Kural, hem Şubat ayındaki 64. Berlin Film Festivali’nin, hem de Nisan ayındaki 33. İstanbul Film Festivali’nin açılışını yapan, Büyük Budapeşte Oteli’nde de değişmemiş.



Duyan gelmiş! diyebileceğimiz genişlikte bir oyuncu kadrosuna sahip filmde, Anderson’un değişmezleri arasında yer alan Bill Murray, Jason Schwartzman ve Owen Wilson’ın yanı sıra, Ralph Fiennes, Tilda Swinton, Jude Law, Edward Norton, Adrien Brody, F. Murray Abraham ve Harvey Keitel gibi birbirinden ünlü isim rol almış. 1930’larda, olmayan bir ülkedeki bir otelin kapı görevlisi Gustav H ve yardımcısı lobi görevlisi Sıfır Mustafa’nın işle başlayıp arkadaşlığa dönüşen ilişkileri sırasında başlarından geçenleri anlatan filmde senaryo, dialoglar, müzikler ve kadrajlar inanılmaz.



Gustave dakik, titiz, kimi zaman sert, "müşteri her zaman haklıdır" ın ayaklı kanıtı adeta. Müşterilerinin, ama özellikle de zengin ve yaşlıca kadın müşterilerinin, şahsi sıkıntılarını dahi bilen, çözen, derdini dinleyen bir adam Gustave. Ama aslında onlardan faydalanan, çıkarcı, cingöz bir karakter gerçekte. Bir gün otelde işe yeni başlayan lobici çocuk "Zero"yu yanına alıp onun hamisi olmasıyla film boyunca başımızı döndürecek bir tempoda anlatılan olaylar da başlamış oluyor.

Absürd komedinin en güzel örneklerinden bazılarıyla karşılaştığınız filmin çok yerinde Chaplin filmi izliyor gibi oluyorsunuz. Her ne kadar komedi dalında bir esermiş gibi gözükse de, film yer yer ciddi dram öğeleri de içeriyor ve yaklaşan savaşın ayak seslerini tüm gücüyle yansıtıyor. Hayali bir ülkede, şatafatlı bir otelde yaşanan bir masal, gerçek dünya ile bağını, film boyunca avrupa tarihi ve iki dünya savaşı arasındaki döneme dair referanslarla sağlıyor. 1930'larda en şatafatlı dönemini yaşayan otel, dünya savaşı ile beraber ZZ subaylarının karargahına dönebiliyor mesela.

The Telegraph’tan George Prochnik’e verdiği röportajda Anderson, Stefan Zweig ile 6-7 yıl kadar önce “Beware of Pity” ile tanıştığını, sonrasında diğer tüm kitaplarını alıp okuduğunu ve filmin arka planındaki detayları Zweig’dan çaldığını! söylemiş. Buna karşılık filmde Tim Wilkinson’ın oynadığı “anlatıcı” ve Jude Law’ın oynadığı, anlatıcının karaktere bürünmüş halinin de, Zweig’ı temsil ettiğini eklemiş.

Filmin sonunda “Zero”nun, M. Gustave için söylediği "ait olduğu dünya o doğmadan çok önce sona ermişti ama o bize büyük bir zerafetle taşıdı" sözü, belki Anderson için de geçerli. Günümüz karmaşası içinde, artık çok geçmişte kalmış bir dünyaya ait filmler yapıp, ağzımıza birer parmak bal çalıyor.

12 Haziran 2014 Perşembe

Bursa'nın Şar Dağları'ndaki Devamı, Üsküp...


7 günlük, “Ballı – Kanlı” bir rotada, toplamı otobüsle 1.850 km süren, seyahatimin ilk duraklarındandı Üsküp. Küçücük, modernle eskinin bir arada olduğu, son dönemde kendine bir kimlik yaratmaya çalışan, Vardar Nehri’nin ikiye ayırdığı bi şehir.

Tarihçesi elbette bize dokunuyor. Yıldırım Beyezıd'in 1392'de fethettiği ve 522 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan Makedonya’nın başkenti Üsküp.

Makedonların "Kamen Most / Stone Brige" dediği, 2. Murat’ın yaptırdığı, Vardar nehrinin üzerindeki taş köprü, şehrin iki yakasını sanki iki farklı medeniyeti birbirine bağlar gibi duruyor. Nehrin kuzeyi türk/müslüman kısım, güneyi ise hristiyan kısım olarak anılıyor.



Köprünün bir tarafı, kalesi, “Baş Çarşı”sı, camileri, arnavut kaldırımlı sokakları ile bakımlı bir orta anadolu şehrine benziyor.



Diğer tarafa geçtiğinizde ise, geniş caddeler, modern binalar, nehir kenarı cafeleri ve meydanlar karşılıyor sizi. Alexander Square, belki de son dönemdeki hassasiyetimizden bana biraz öyle geldi ama, şimdiye kadar gördüğüm en güzel düzenlenmiş meydanlardan biri. Bi kere meydanda hoperlörle klasik müzik yayını yapılıyor. Hepsi yenicene yapılmış olsa da, yirmiden fazla heykel var sanırım burada ve tabii ki en görkemlisi meydanın ortasındaki Büyük İskender.



Diğer heykellerde de, ülkenin tarihinde yer edinmiş şahıslar ve olaylara ait birer gönderme var. İçlerinde beni en çok etkileyeni  26 Temmuz 1963'te meydana gelen ve bin 70 kişinin hayatını kaybettiği Üsküp depremi anısına şehrin içine serpiştirilmiş, “Unutma, Unutturma!” heykelleri oldu.

 
Ve bir de çok başarılı modern tasarımlar var...




“Kaybolan Şehir” şiirinde, Yahya Kemal Beyatlı'nın "Üsküp ki, Şar Dağı’nda devamıydı Bursa’nın" dediği şehrin, yukarıda saydığım özelliklerinin yanına eklenmesi gereken son bir özelliği de bence, 2000 yılında, ülkedeki azınlıklara "hıristiyan" bir ülkede yaşadıklarını unutturmamayı amaçlayarak, Şar Dağları’ndaki Vadno Tepesi’ne diktikleri, gece karanlığın ortasına gökten sarkıtılmışçasına insanın gözünü alan, şehrin her yerinden görülebilen, 66 m yüksekliğindeki haç.


Blog Widget by LinkWithin

Etiketlerim..

...

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii ki pişirilenleri yemek için çok kısa, biraz koşmak lazım... "
myspace graphics

Free Counters

Hayatın İçinden...

 

Divitim... | Creative Commons Attribution- Noncommercial License | Dandy Dandilion Designed by Simply Fabulous Blogger Templates