Ahmet Altan’ın gazeteciliği,
siyasi yönü, taraf veya tarafsızlıkları beni nedense hiç ilgilendirmiyor. Benim
için Ahmet Altan, “Bir orospuyu azize
yapar aşk, bir azizeyi de orospu!” sözüyle, aşkı tarif etmek adına
yazılabilecek veya söylenebilecek herşeyi tek cümlenin içinde ifade edebilmiş
kişidir. O yüzden benim için çok önemli ve çok değerlidir.
“Son Oyun”a kadar çok ciddi bir
süre ara verdi roman yazmaya Ahmet Altan. Az buz değil 9 senedir bekliyoruz. Uzun ve sancılı bir
dönemden sonra doğan Son Oyun, her zamanki Ahmet Altan
romanları gibi çok provokatif başlıyor ama detayların veriliş şekli itibariyle,
sanki alışılmış tarzının bir çıt altında kalmış.
Uzun süredir roman yazamanyan bir
yazar, yeni arayışlarla, bir cinayet romanı yazmak için çıktığı yolculukta,
zeytinliklerle çevrili bir kasabada önce mola verir sonra da oraya yerleşir. Kasaba,
belalı çetelerin elindedir, bir yanda belediye başkanı, diğer yanda kasabanın
köklü ailelerinden biri iktidar savaşına girmiştir. Her iki tarafın emrinde
azılı kabadayılar, kiralık katiller vardır ve onlar aracılığıyla kan davası
sürmektedir. Hikaye anlatıcı pozisyonundaki yazarımızın, işlediği cinayet
sonrasında kendiyle hesaplaşmak için oturduğu kasaba meydanındaki bankta,
kendisiyle konuşmasıyla başlıyor ve ağırlıklı flashbacklerle ilk günden o ana
geliyor.
Son Oyun, Ahmet Altan ve bir
Ahmet Altan romanı okuduğunuzun bilincinde değilseniz, tarz olarak sert,
cüretkar veya belden aşağı gelebilir ama ne istediğinizi bilerek veya
bekleyerek bu kitabı elinize alacaksanız o zaman da değil cüretkar, mütevazı
bile bulabilirsiniz.
Ben kitabın en çok, aynı zamanda
anlatıcısı olan yazarın Tanrı ile, iki yazar/meslektaş olarak, tatlı tatlı
didiştiği bölümlerini sevdim.
Bir bölümde yazarımız Tanrı’ya, “Senin
egon çok yüksek... Kitapların geniş kitleler halinde, kocaman binalarda
okunsun, herkes senin yazdıklarını beğensin istiyorsun. Ama başta yarattığın
karakterleri sen de beğenmemişsin ki, “yaktı” diyorlar senin için” diyor.
Sonrasında da bulduğu “insan” karakteri ve o karakterin içine koyduğu
değişkenliler için onu tebrik ediyor. Ama bu dialoglardaki belki de en can
alıcı soru sanırım günah üzerine olan; “Günahı işleyen mi, yoksa o günahı yaratan
mı daha günahkar?”