Bu bayram öncesinde, İstanbul’a
yakın kaçamak alternatiflerini değerlendirirken, utanarak, neredeyse
bazılarınızın belki de ayda bir iki kere kalmaya veya piknik yapmaya gittiği,
ismi son dönemde özellikle dizilerde plato olarak kullanıldığı için sıkça telaffuz
edilen Ağva’ya bugüne kadar hiç gitmediğimizi fark ettik. Dolayısıyla bunu bir
fırsat olarak görüp, 3 günü Ağva’ya ayırmaya karar verdik.
Ağva’yla ilgili çevremizden
duyduklarımız genelde birbirine benzer şeylerdi. İstanbul’a yakın (97 km),
Karadeniz kıyısında, Şile’ye bağlı, içinden Göksu nehri geçiyor, yeşillikler
içinde... Aşağıda, kendi Ağva’yı keşfetme sürecimden yola çıkarak
öğrendiklerimi sizlerle de paylaşmak istedim:
Tarihçe:
Ayak basacağım her yeni yerin
CV’sine bakmak genel huyumdur. Acaba kimler gelmiş, kimler geçmiş diye. Ağva’ya
da neredeyse ayak basmayan kalmamış. Hititler, Frigler, Romalılar ve Osmanlılar
gibi bir çok uygarlığın geçiş yeri olmuş Ağva. M.Ö. 7.yy. uzanan tarihin
kalıntılarına Ağva' ya bağlı civar köylerde rastlamak mümkünmüş. Kalemköy' de
Romalılara ait kilise kalıntıları ve mezar taşları, Hacıllı köyünde, 3.yy. sonu
- 4.yy. başlarında bulunan Gürlek Mağarası, Hisar Tepe' de bulunan kale
kalıntısı, Sungurlu mahallesindeki dağ değirmeni önemli buluntularmış. Ağva'ya
14. yüzyılın ikinci yarısında Konya, Karaman ve Balıkesir'den gelen Türkmen boylarını
yerleştiği düşünülüyormuş. Bugünkü Ağvalılar da aynı Türkmen boylarının
çocukları olarak biliniyormuş.
Doğa:
Ağva, Karadeniz kıyısında 3 km.
uzunluğunda kumsala sahipmiş. Yerleşim yerleri çoğunlukla hayli içeride ve
çamlıkların arkasında yer aldığı için burada deniz kirliliği yaşanmıyormuş.
Kumsal, gelen tatilciler kirletmezse tertemiz.
Doğal plajı ve doğa harikası
yeşili, etrafında yer alan bakir koylar, adacıklar, ormanlarla doğallığın iç
içe ve oksijen oranının çok yüksek olduğu bir bölge. Kilim Koyu, Gelin Kayası,
Saklı Göl mutlaka keşfedilmesi gereken yerlermiş. Kliplerde çokça denk
geldiğimiz Gelin Kayası’nın bu adı alma sebebi, beyaz olması ve duvaklı bir
geline benzemesiymiş.
Aktivite:
Eşsiz tabitatıyla keşfedilmeye
hazır Ağva'da, yaz kış su sporları (dere kıyısında kano, deniz bisikleti) kış
aylarında fitness, doğası itibariyle trekking ve avcılık yapabilirmişiz.
Ormanda yürüyüş, koşu, bisiklet, kamping gibi aktiviteler için son derece uygun
olan Ağva, yazın Karadeniz'in hırçın sularında serinlemek isteyenler için de
ideal. Temiz havayı buram buram solumak, romatizmal hastalıklara iyi geldiği
söylenen şifalı kumsalında yürümek, diğer tavsiye edilen aktiviteler.
Ağva'da pazar cuma günleri
kuruluyormuş. Bu pazarda yöre insanının kendilerinin yetiştirdikleri ürünlerini
bulabilirmişiz. Şehirde arayıp da bulamadığımız gibi; doğal, hormonsuz ve
sağlıklı.
Konaklama:
Kalacak yer araştırırken, oldukça
fazla alternatif olduğunu görmek beni şaşırtmadı ama karşılaşacağım kalite
açısından biraz ürküttü. Ağva’da kelimenin tam anlamıyla her zevke ve her
keseye hitap edecek bir alternatif bulunuyor. Tesislerin bir kısmı Ağva’nın
içinden geçip Karadeniz’e dökülen Göksu Nehri’nin iki yanında sıralanırken, bir
kısmı da Ağva’nın sırtlarında, daha orman içinde konuşlanmış. Tesisler
genellikle ya konumlarının avantajını kullanarak (geniş bahçe / yeşil alan,
havuz vs) ya da bünyelerine ekstra özellikler ekleyerek (canlı müzik, pet kabul
etme vs.) fark yaratmaya çalışmışlar.
Pekiii, biz ne yaptık?
Bayram’ın ilk günü sabah 10 gibi
Avrupa yakasından yola çıktık. Bomboş ikinci köprünün keyfini çıkartıp karşıya
geçtik. Şile – Ümraniye sapağından çıkıp kendimizi Şile yoluna vurduk. Çok
hafif bir kahvaltıyla yola çıktığımız için, sol yanımızda bizi dürten şeytana
hiç direnmeyip, yol kenarındaki, orman içine yerleşmiş gözlemecilerden birine
girdik. Gözleme, sinide menemen ve semaverde çay üçlüsüyle kendimizden geçip, 1,5
saat sonra ancak yola devam etme moduna geri dönebildik. Şile’ye geldiğimizde
geniş, güzel otoban bitti ve biz geliş – gidiş tek şerit, bol virajlı Ağva
sahil yoluna saptık. (Orman yolu daha virajlı ve nispeten sıkıntılıymış) Yaklaşık
1 saat sonra Ağva merkeze gelmiştik.
Bir sürü cezbedici otel
alternatifleri arasında bizim tercihimiz Beyaz Ev’den yana oldu. Niye derseniz?
Butikler, isimleri Hurma, Limon, İncir, Nar, Ceviz ve Zeytin olan, sadece 6
odaları var, 15 yaş altı çocuk kabul etmiyorlar ve belki de en önemlisi, evcil
hayvan kabul ediyorlar. E daha ne olsun?
Kapıda tabelası olmadığı için 2-3
denemeden sonra bulabildiğimiz Beyaz Ev, ilk adımda içimize işledi. Bina Türkiye’nin
ilk nörolog doktorlarından, aynı zamanda sanatsever, karikatürist, ressam ve
eski bir İstanbul beyefendisi olan Ercüment Baktır’a aitmiş. Ağva’ya gönül vermiş, Ağva sevdalısı olan
Baktır, 1974 yılında her bir taşına emeğini koyarak bu güzel evi inşa etmiş,
Ağva'daki birçok insanın gönüllü doktoru olmuştur. 2011 Mayıs ayında, 88
yaşında vefat etmiş ve kendi isteğiyle çok sevdiği Ağva'sında defnedilmiş. Sonrasında
otele çevirdikleri evin işletmesini, Rengin ve Aslı adında iki arkadaş
üstlenmiş. Yaklaşık 1,5 senedir, kendi hayallerini bizlerle paylaşmak için
ruhlarını koyarak her detayı ince ince işleyip, oteli bugünkü haline
getirmişler.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim,
sanırım hem kafa dinleyip huzur bulmaya çok ihtiyacımız olduğundan, hem de
yaptığımız konaklama seçimi buna çok güzel hizmet ettiğinden, iki gün boyunca
sadece kitap okuduk, güzel sohbetler yaptık, çok lezzetli yemekler yedik,
geceleri balkonumuzdan yıldızları seyrettik ve sonunda Ağva’dan kafamız
boşalmış, ruhumuz huzura ermiş, hücrelerimiz şarj olmuş bir şekilde ayrıldık.
Dönüş saatini de çok güzel ayarladığımız için, hiç trafiğe kalmadan tam 1.5
saatte eve vardık.
Eklemeden geçemeyeceğim, Ağva’yı
bu şekilde yaşamak bizim tercihimizdi ama siz, derede motorla gezebilir, ikili
yunus motorlarla dere üstünde dolaşabilir, sahilde denize girebilir, akşamları
canlı müzik yapılan mekanlarda eğlenceli vakitte geçirebilirsiniz. Yani herkese
göre bir Ağva var.
0 yorum:
Yorum Gönder