Geçen sezon kapanışı sırasında
ortaya çıkan yönetim değişikliği kaosundan sonra, 2012 – 2013 sezonunun nasıl
başlayacağı merakla beklenir olmuştu. Bünyede çok sıkıntı yaşansa da, biz 3.
Şahıslara etki henüz o kadar da olmadı diyebilirim. Mesela programa alınır mı
bilmem ama Kabare, hala repertuarda gözüküyor ancak Nazım Hikmet yerine
beklendiği üzere, Necip Fazıl gelmiş.
Ekim programında beni
heyecanlandıran, geçtiğimiz yıllarda oynanan ama sonrasında programdan
çıkartılan Anton Çehov’un Vişne Bahçesi’nin tekrar sahnelenmeye başladığını
görmek oldu. Büyük bir hevesle de, sezonun açılış biletini bu oyuna aldık.
Vişne Bahçesi, Anton Çehov’un 44
yıllık kısa hayatında yazdığı son oyun. Oyunda, Rusya’nın çöküş döneminde
serveti tükenmiş, aristokrat bir aile konu ediliyor. Ellerinde kalan tek
varlıkları olan Vişne Bahçesi satılmak üzeredir. Ellerinden kayıp giden
hayatlarına sembolik olarak bu bahçe üzerinden bağlanan aile ile devrim
sürecinde palazlanan burjuva sınıfının karşı karşıya gelişi oldukça dramatik
bir şekilde anlatılıyor.
Yıllar içinde klasikleşen eser, bugüne
kadar defalarca sahnelenmiş. Bu versiyonda yönetmen koltuğunda, son yıllarda,
İstanbul Efendisi ve Şark Dişçisi gibi oyunlarla adından sıkça söz ettiren ve
bir çok ödül alan Engin Alkan oturuyor. Engin Alkan, tarz itibariyle, mevcut
yapı üzerinde oynamayı seven bir yönetmen. Metin Şark Dişçisi gibi eklektik
olunca yaptığı bu “oyunlar” kabul edilebilir, hatta ayrı bir aroma katmış
oluyor ancak Cehov’un Vişne Bahçesi gibi klasikleşen bir eser söz konusu
olunca, yapılan “oyunlar” bizim damağımızda çok acı bir tat bıraktı. Mesela
dönem itibariyle blue jean var mı yok mu diye sorgulamayı bitirmemiştik ki,
Çarlık Rusyası’nın son döneminde karşımıza çıkan walkman’li oyuncu ile kafamız
iyice allak bullak oldu.
Biz oyunu Muhsin Ertuğrul’daki
ikinci gecesinde izlemeye gittik. Yeni yapıldığı halde, akustiği çok kötü
olduğu için, arka sıralara ses gitmeyen salonda, bu sorunu çözmek için sahneye
mikrofon koymuşlar. Bu da maalesef, tiyatroda özünden kaynaklanan, oyuncudan
seyirciye uzanan doğal ses akışını mekanik hale dönüştürmüş. Diğer taraftan
kendilerince sosyal iyilik yapmak adına, oyun boyunca, işitme engelliler için,
üst yazı uygulaması yapılmaya başlanmış. Ancak hem senkronizasyon sorunu
olduğu, hem de yine tiyatronun özü gereği, sahnedeki oyuncular, metne birebir
bağlı kalmadıkları, izleyici olarak da sizin gözünüz ister istemez o üst yazıya
kaydığı için bu uygulama – en azından bizde – ciddi bir konsantrasyon
bozukluğuna sebep oldu.
Sonuç olarak, anlamsız şekilde
modifiye edilmiş oyundaki, - “bizce” - kötü ve abartılı oyunculuğa çok fazla
dayanamayıp 4 perdelik oyunun ilk perde arasını bile bekleyemeden çıktık.
0 yorum:
Yorum Gönder