Daha ilk sahnesinde bir dinginlik
ve doğanın seslerine karışmış ayak sesleri geliyor önce kulağınıza. İki tane
koşan kadın görüyoruz; ayrı zamanlarda, ayrı yerlerde. Biri bilmediğimiz bir
yöne, biriyse attığı çığlıklarla ölüme koşuyor gibi... Sonrasında olanlar,
izlenmek için sizi bekleyen mükemmel bir pilot bölümde saklı.
AMC'nin yeni tamamladığı dizisi The Killing, David Hewson’un (Dilimize çevrilmiş ve Altın Bilek Yayınları’ndan çıkmış 3 romanı var; Ayinler Villası, Ölüm Zamanı, Şeytan’ın Gölgesi) aynı isimli romanından son derece başarılı bir şekilde uyarlanan Danimarka televizyon serisi "Forbrydelsen"in Amerikan versiyonu. Dizinin ana konusu cinayete kurban giden bir genç kızın soruşturması. 13 bölümlük iki sezondan oluşuyor. Toplamda 26 günü tüm detaylarıyla izliyoruz. Ve her bölüm istisnasız, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını gösteren bir sonla bitiyor.
Kitaptaki orjinal hikaye
Kopenhag’da geçiyor ama çok başarılı bir tercihle kasvetli, soğuk, neredeyse
hergün yağışlı Seattle'a uyarlanan bu cinayetin polis soruşturması tabanlı
konusu, ayrıca üç farklı hikâyeyi daha barındırıyor: Olayı soruşturan
dedektiflerin, maktulün ailesinin ve şüphelilerin hikâyesi. Şehirdeki
siyasetçilerin de soruşturmaya dahil olmasıyla olay iyice karışık bir hâl
alıyor. Bölümler ilerledikçe hiçbir şeyin kazara olmadığı, herkesin bir
sırrının olduğu ve karakterler hayatlarına devam etmeye çalıştıkça,
geçmişlerinin peşlerini bırakmayacağı su yüzüne çıkıyor.
Dizi, işini bırakıp evlenmek ve tek oğluyla birlikte taşınmak için hazırlık
yapan Sarah Linden'in
(Mireille Enos) bu cinayeti araştırmakla yolculuğunu ertelemek
zorunda kalmasıyla başlıyor. 17 yaşındaki Rosie Larsen'ın cesedinin belediye
başkanı adayının kampanya araçlarının birinin içinde, gölün dibinden çıkmasıyla
cinayete siyaset de karışıyor ve böylece hayatlar ortak noktada kesişiyor:
Rosie'nin ailesinin kızlarının ölümünden sonra parçalanan hayatı; Sarah
Linden'in yoluna koymaya çalıştığı dağınık yaşamı, belediye başkanı olmaya
çalışan bir politikacının (Bill Campbell) dillere düşmek üzere olan özel durumu ve
Sarah Linden'le ortak çalışan Stephen Holder’ın (Joel Kinnaman –
bence buradaki karakter kurgusu ve oyunculuğu şiirsel ve kendisini ekranda çok
sık görmeye başlayacağız) sokaklardan gelip hayata tutunma çabaları.
Dramatik yapısına çok yakışan karamsar havası ve olağanüstü müzikleriyle The Killing kendini bir çırpıda diğerlerinden sıyırıyor. Kısacası karşınızda, kasvetli yapımlara ve ağır ama etkileyici şekilde işlenen olay örgülerine aşina olan izleyicileri bir anda avcunun içine alacak, bölümler içinde etkilediğinin misliyle finalinde çarpacak bir seri var.
0 yorum:
Yorum Gönder