Son günlerin adından çokça söz
ettiren filmi “Cloud Atlas”, ya seveceğiniz ya da nefret edeceğiniz bir
çalışma. Bence ortası yok.
İngiliz yazar David Mitchell’in
2004 yılında yazdığı, edebi kurgu dalında “British Book Awards” ve “Richard &
Judy Yılın Kitabı Ödülü” kazanıp, bir çok yarışmada da finale kalma başarısı
gösteren, aynı isimli romandan, Tom
Tykwer ve Wachowski Kardeşler tarafından sinemaya uyarlanan film, iç içe
geçmiş, paralel ilerleyen ve aynı kişilerin, farklı karakterleri canlandırdığı
6 hikayeden oluşuyor.
Cloud Atlas’ın birbirinin içine
geçmiş 6 hikayesi bizleri, 19.yüzyılın Güney Pasifik’inden gelecekteki
apokaliptik bir dönemin sonrasına taşıyor. Her hikaye, bir sonrakinin ana
karakteri tarafından ya gözlemleniyor ya da okunuyor. İlk beş hikaye, hep en
kritik noktalarda kesiliyor. Altıncı hikayeden sonra, geriye doğru diğer beş hikayeye
dönülüyor ve ilk hikayenin sonuyla filmi bitiriyoruz.
Ana karakterlerimiz bir avukat, bir
müzisyen, bir yayıncı, bir gazeteci, klonlanmış bir robot ve bir çoban. Filmin
başrollerindeki Tom Hanks, Halle Berry, Jim Broadbend, Hugh Grant, Susan
Sarandon, Jim Sturgess, Ben Whishaw, Doona Bae, 3 saatlik akış içerisinde 6
farklı karakteri canlandırıyor ve bence “acting” dersi veriyor.
Filmde kararlı bir intihar
sahnesinden, 1849 yılındaki bir diş avcısına, 1930’larda “Bulut Atlası Altılısı”
senfonisinin yaratıcısının eşcinsel aşkından, “Aklı başında biri niçin yayıncı
olmayı seçer?” sorusuna, 1800’lerdeki kırbaçlama sahnesinden petrole karşı nükleer
enerji olgusuna, rahimden veya tanktan gelmiş olsan da herkesin eşit haklara
sahip olması gerektiğinden, apokaliptik dünya sonrasında bile bir şeylere
inanma ihtiyacının devam edeceğine dair masalsı bir anlatım var.
Filmin özünde, belki de biraz
gözümüze sokarak vermek istediği mesaj, hepimizin / herşeyin birbiriyle bağlantılı
olduğu, bugün yaşadıklarımızın geçmişin bir sonucu, geleceğin de sebebi olduğu.
Ayrıca süreç içinde reenkarnasyona da ciddi göndermeler var. “Ölüm sadece bir kapıdır, o kapıdan başka
bir hayata geçersin” diyerek kalınca altı çiziliyor bu mesajın. Ve bir de
çok bilinen “kumsaldaki deniz yıldızları” hikayesinin bir versiyonu “Sen nesin ki? Koca bir okyanusta sadece
yitip gidecek küçücük bir damla” sorusuna verilen “E, okyanusta damlalardan oluşmuyor mu zaten” cevabı.
Filmin yönetmenlerinden biri olan
Wachowski Kardeşler (Kardeşlerden biri geçtiğimiz günlerde ameliyatla kadın
oldu, dolayısyla “Wachowski Brothers”
ifadesi yerine Wachowskis’i kullanmaya başladılar), aynı zamanda Matrix
Üçlemesi’nin de yönetmeni olunca, iki film arasında zamanların kesiştiği
noktalarda ciddi benzerlikler görüyoruz. Aynı şekilde kurduğum bir ilişki de,
ikinci yönetmen Tom Tykwer’in eski filmlerinden Parfüm’deki baş rol oyuncusu
Ben Whishaw’ın burada da önemli bir rol alması.
En başta da söylediğim gibi, IMDB
puanı 8,3 olduğu halde, filmi ya çok seveceksiniz ya da nefret edeceksiniz ama
ben kitabının siparişini verdim bile.
0 yorum:
Yorum Gönder