Özellikle
The Darjeeling Limited, Tenenbaum Family ve Moonrise Kingdom filmlerinden
tanıdığımız ve kendine has tarzıyla, çok özel yönetmenler arasında yer alan Wes
Anderson’un son filmi olan Büyük Budapeşte Oteli’ni, çeşitli aksilikler
sonucunda ancak geçen hafta izleyebildim.
Film
dünyasında Wes Anderson denince akla gelen değişmez özelliklerin başında
simetri, pastel tonlar ve masalsı bir anlatım geliyor. Kural, hem Şubat
ayındaki 64. Berlin Film Festivali’nin, hem de Nisan ayındaki 33. İstanbul Film
Festivali’nin açılışını yapan, Büyük Budapeşte Oteli’nde de değişmemiş.
Duyan
gelmiş! diyebileceğimiz genişlikte bir oyuncu kadrosuna sahip filmde,
Anderson’un değişmezleri arasında yer alan Bill Murray, Jason Schwartzman ve Owen
Wilson’ın yanı sıra, Ralph Fiennes, Tilda Swinton, Jude Law, Edward Norton, Adrien
Brody, F. Murray Abraham ve Harvey Keitel gibi birbirinden ünlü isim rol almış.
1930’larda, olmayan bir ülkedeki bir otelin kapı görevlisi Gustav H ve yardımcısı
lobi görevlisi Sıfır Mustafa’nın işle başlayıp arkadaşlığa dönüşen ilişkileri
sırasında başlarından geçenleri anlatan filmde senaryo, dialoglar, müzikler ve
kadrajlar inanılmaz.
Gustave
dakik, titiz, kimi zaman sert, "müşteri her zaman haklıdır" ın ayaklı
kanıtı adeta. Müşterilerinin, ama özellikle de zengin ve yaşlıca kadın
müşterilerinin, şahsi sıkıntılarını dahi bilen, çözen, derdini dinleyen bir
adam Gustave. Ama aslında onlardan faydalanan, çıkarcı, cingöz bir karakter
gerçekte. Bir gün otelde işe yeni başlayan lobici çocuk "Zero"yu
yanına alıp onun hamisi olmasıyla film boyunca başımızı döndürecek bir tempoda anlatılan
olaylar da başlamış oluyor.
Absürd
komedinin en güzel örneklerinden bazılarıyla karşılaştığınız filmin çok yerinde
Chaplin filmi izliyor gibi oluyorsunuz. Her ne kadar komedi dalında bir esermiş
gibi gözükse de, film yer yer ciddi dram öğeleri de içeriyor ve yaklaşan
savaşın ayak seslerini tüm gücüyle yansıtıyor. Hayali bir ülkede, şatafatlı bir
otelde yaşanan bir masal, gerçek dünya ile bağını, film boyunca avrupa tarihi
ve iki dünya savaşı arasındaki döneme dair referanslarla sağlıyor. 1930'larda
en şatafatlı dönemini yaşayan otel, dünya savaşı ile beraber ZZ subaylarının
karargahına dönebiliyor mesela.
The
Telegraph’tan George Prochnik’e verdiği röportajda Anderson, Stefan Zweig ile
6-7 yıl kadar önce “Beware of Pity” ile tanıştığını, sonrasında diğer tüm
kitaplarını alıp okuduğunu ve filmin arka planındaki detayları Zweig’dan çaldığını!
söylemiş. Buna karşılık filmde Tim Wilkinson’ın oynadığı “anlatıcı” ve Jude
Law’ın oynadığı, anlatıcının karaktere bürünmüş halinin de, Zweig’ı temsil
ettiğini eklemiş.
Filmin
sonunda “Zero”nun, M. Gustave için söylediği
"ait olduğu dünya o doğmadan çok önce sona ermişti ama o bize büyük bir
zerafetle taşıdı" sözü, belki Anderson için de geçerli. Günümüz
karmaşası içinde, artık çok geçmişte kalmış bir dünyaya ait filmler yapıp,
ağzımıza birer parmak bal çalıyor.