Aynı düşünceleri daha iyi anlatamayacağım için Yılmaz Süzen'in yazısının altına imzamı atıyorum. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
"“NEFES” adlı filmde Türk askeri ve Türk Ordusuna karşı sinsi bir propaganda var. Üst düzey komutanlar da bu propagandayı gör(e)medikleri gibi bir de reklamına alet oluyorlar.
Yine üst düzey komuta merkezi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in oğlu Tolga Örnek'in “Gallipoly” filminin galasına katılmışlar ve çıkışta öve, öve bitirememişlerdi.
Film gösterime girdiği zaman bir izledik ki; Çanakkale'yi anlatan belgesel tadındaki filmde Türk askerinden eser yok, İngiliz askerleri ise yere göğe sığmıyor. İzleyen; İngilizler oraya piknik yapmaya geldi , bizimkiler de onları hunharca katletti havasına kapılıyor. Zaten İngilizler de bu değerli propagandanın farkına varmış olacaklar ki, Tolga Örnek'i , sponsoru Ferit Şahenk'le birlikte İngiltere'de ağırlayıp, oradaki galasını da üst düzey katılımla gerçekleştirdiler.
Son günlerin çok tartışılan filmi Nefes'i de; Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un film çıkışında filmi öven görüntülerini izledikten sonra kuşkuya kapıldım. Neden mi? Film hakkında hem olumlu, hem olumsuz eleştirileri okumuş ve kararsız kalmıştım.
NEFES’teki filme Türk sinema’sımı imajı ile baktığınızda, kalite bakımından çok güzel, ilk yarısı gereksiz görüntü ve diyologlardan uzak, gerçekçi diyologları ile doğa ile insanı mükemmel derecede kullanmış, profesyonel kamera teknikleri hemen göze çarpıyor. Bu özellikleri ile izleyiciyi 2. yarıya hazırlıyor ve izleyiciyi 2. yarı için izleme kıvamına getiriyor.
Filmi sevmeye ve izleme heyacanına kapılıyorsunuz. Kısaca 2. yarıda verilmek istenen konuya izleyici adapte ediliyor.
İşte film tam da o noktada propaganda yönüne sizi ustaca çekiyor. Hiç anlamadan ve hissetmeden bir anda görüntü hiyerarşisi içinde kendinizi kaybediyorsunuz. Yönetmenin sinsice ve ustaca propaganda görüntüsü içinde kalıyorsunuz.
İşte propaganda başlıyor !
Film boyunca dağ başındaki bir iletişim istasyonu ve karakolu korumakla görevli Türk ordusunun komando subayı ile “Doktor” lakaplı bir teröristin telsiz üzerinden birbiri ile ağız dalaşı yapıp, küfürleşmesi üzerinden bir gerilim yaratılıyor.
Bu gerilimde şunu görüyorsunuz, “Doktor’un sevgilisi olduğu anlaşılan kadın teröristin kurulan pusuda yaralanması ve karakola götürülmesi sonrasında neredeyse iki erkeğin “karı-kız” kavgasına dönüşüyor.
Hiçbir TSK’ Subayı,Astsubayı,Uzman personeli ve Askeri bu şekilde diyolog içerisine girmez. Telsiz konuşmalarına dikkat edin. Öğle bir propaganda zincirinin içerisine çekiliyorsunuz’ki Bir tarafta yüzbaşının evde bekleyen karısı, diğer tarafta film boyunca yüzü asla gösterilmeyip gizemli bir mistik karakter olarak tutulan “Doktor”un sevgilisi terörist.
Buradaki propaganda açık ve net, PKK sempatik gösterilmeye çalışılıyor. TSK komuta zincirinde olan personel, görev aldığı yerde teröristi duygusal anlamda kendine rakip almaz.
En önemlisi, fark ettiyseniz, karakolun güvenliğini güçlendirmek yerine karşısındaki teröristi duygusal olarak muhatap alıp, kafayı gittikçe daha fazla “Doktor”dan intikam almaya takan bir ruhsal portre ile karşı, karşıya kalıyorsunuz.
Resmen çirkince Türk subayına ve Türk askerine aşağılayıcı saldırıdır. Türk subayı değince bir inceleyin bakalım, TSK’da bir subay kaç yılda ve sene sonra kıtaya katılıyor. En önemlisi kıta görevinde olan bir subay portresinde TSK’da böyle aciz ve korkak insan göremezsiniz.
“Doktor” ile karakol komutanı arasında geçen telsiz konuşmalarında ; “Doktor”a tanınan propaganda şansı ise en yukarılara tırmandırılıyor.
Bir tarafta “domuz gibi dağlarda yaşıyorsun, niye okuyup köyünde doktor olmadın” diyen bir subay; diğer tarafta; "bu dağlar benim, senin üniversitende okuyacağıma, kendi dağımda özgür yaşarım" diyen bir “Doktor”.
Bu profesyonel subay ile; yaralı olarak karakola getirilen kadın teröristi öldürmesine engel olmaya çalışan halktan asteğmen doktor arasındaki diyalog ise çok düşündürcü ? Adeta milletinden özür dileyen ve yargılanmaya hazır bir asker portresini seyircinin gözüne sokuyor. Bu neden yapılıyor ? Filmi izlemeye devam ediyoruz…
Yalınayak hazır olda bekleyen asteğmeninin yanına postalları ile gelip, gün içinde aralarında yaşanan olaydan dolayı bir tür günah çıkarma gibi gözlerimize sokuluyor. Subayımız aynen şu sözleri sarfediyor:
“Bu savaşın adam öldürerek kazanılmayacağının ben farkında değil miyim zannediyorsunuz ama ben burada bu savaşı kaybedersem, siz de İstanbul'da, Ankara'da kaybedersiniz. Biliyorum beni yargılayacaksınız, yargılayın. Her savaş sonunda biter”
Mükemmel derecede ve ustaca bir savaşı veya olguyu kaybettirilmiş gibi konuşturuluyor. Türk tarihinde hiçbir subay bu derece konuşmaz. O Türk subayıdır. Okul yıllarında ona “VATAN İÇİN ÖLMEK, VATAN İÇİN HİZMET AŞKI ÖĞRETİLMİŞTİR. “ Bu çember dışında olmak Türk subayı için geçerli değildir.
Filmimizi izlemeye devam ediyoruz.
Subayımızın, ustaca kurgulanmış bu teslimiyet sözleri seyircinin (Millet) bilinçaltına ve görsel hafızasına da bir kaybedilmişlik hissi aşılıyor.
Filmin en çarpıcı sahneleri ise sona saklanmış; karakolun basıldığı anlara.
Eğer bu filmi PKK veya finansörü güçlerden biri çekseydi, bir karakol baskını sahnesini ancak böyle çekebilirdi.
Komandolardan oluşan birlik; günlerdir “Doktor” ismi ile özdeşleştirilen ve karakter olarak ona yakıştırılan teröristin “geleceğiz” yolundaki tehditlerine rağmen baskın saldırıya uğruyor. ve bütün askerler doğru düzgün karakolun dışına bile çıkmayı başaramadan, karakolun içinde teker, teker dramatik sahnelerle şehit oluyorlar.
Yuh diyorum artık yaaa ! Bu kadarına da pes doğrusu, akla ve mantığa aykırı bir senaryo,
Bu senarist ve yönetmenler bir gün uzak bir karakolda misafir olsalardı, veya çok uzak değil Edirne’de bir sınır karakoluna misafir olsalardı, bir karakol nasıl korunur, Subayı, askeri nasıl yaşar, en kritik zamanlarda harekat emirlerini nasıl uygularlar görürlerdi….
Unutmadan...
Filmin fragmanlarındaki o meşhur "öldün sen" sahnesi filmin bütününde daha bir anlam kazanıyor. Filmde askerler ölüyor; şehit olmuyor. Karakola gelirken yolda iki şehit veren birliğin komutanı Tugay'a rapor verirken, "ölülerimizle birlikte şu kadar kişiyiz" şeklinde konuşuyor. Tüh Allah belanızı versin sizi, hiçbir komutan emri altında askerlere veya personeline öldükten sonra ölü demez, dememiştir zaten…Başbakan Recep Tayip Erdoğanlığa özenmişler galiba ! …
Gelelim karakolun baskın sahnesine...
Günlerdir ; "yakınındayım, gelip senin kafana sıkacağım" şeklinde tehditler savuran Doktor, sanki beraberinde ABD hava kuvvetlerinin desteği varmışcasına ortalığı tozu dumana katan bir ateş gücü ile saldırmaya başlıyor.
Komando eğitimli askerlerimiz ise ya pencereden giren kurşun ve RPG'lerle şehit oluyor , ya da bir köşeye sığınıp, pencere veya kaya kenarlarında ateş etmeye çalışıyorlar.
İnanın yoktur böyle bir karakol savunması,,,yemin ediyorum yoktur. Eğitimli Komando askerleri bu şekilde savaşmaz. Bakın gözbebeğimiz Bolu,Kayseri Manisa Komando Tugaylarına, askerlerimiz nasıl eğitim görüyor? Nasıl mücadele şartlarından geçiyorlar. Kolay değildir “O MAVİ BEREYİ TAKMAK” O mavi berenin anlamını bildikleri içinde bu kadar aşağılayıcı bir şekilde askerimizi küçük düşürüyorlar.,,, Şimdi bir karakol savunması hakkında buradan yazmak istemiyorum. Ama askerlik yapanlar anlayacaklardır. Bir karakolun savunası için olmazsa olmazı savunma mevziileridir…
Neyse devam edelim. Ve en önemlisi; bütün film boyunca “Doktor”a telsizden meydan okuyan komutan, bütün çatışma boyunca bir köşede gözleri faltaşı gibi açılmış, çevresindeki askerleri tek, tek düşerken olan biteni seyrediyor. Şaka değil...kafasını çıkarıp dışarı tek bir kurşun bile sıkamıyor. Askerini yönetip sevk ve idare edemiyor. Askerini sevk ve idare edemeyen Türk Subayı yoktur...Yemin ediyorum TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDE böyle bir subay çıkmaz…!
İşte şimdi şu noktaya iyi bakmanızı istiyorum...
O karakola, askerlerinin başına çuval geçirenleri Genelkurmay'da ballı börekli ağırlayan Hilmi Özkök'ü bile koysanız, o çatışma ortamında askerlerinin önünde yer alır, arkasında değil. En uyumlu Türk generali bile, kurşun kapıya dayandığında özüne döner.
Fakat filmdeki komando subay; bütün karakol çatışması boyunca bir köşede olan biteni faltaşı gibi açılmış gözlerle izliyor. Ve sonunda yaralı bir şekilde bir köşede kıvrılmış “Doktor”'un karakola girmesini bekliyor ve orada da “Doktor”a değil, duvardaki gölgesine sıkıyor.
Tabancasının kurşunları bittiğinde, yaralı komutanı duvar dibinde üzerine gölge olarak çöken “Doktor”a bakarken görüyoruz.
Türk Ordusu'nun komando subayı filmde tek kurşun bile atamadan, tepesine gölge olarak çöken “Doktor”un alnının ortasına sıktığı bir kurşunla şehit oluyor.
Kayseri Hava İndirme Tugayı, Bolu Komando Tugayı, Isparta Dağ Komando Okulu şanlı şerefli birlikler nasılda rencide edilerek ayaklar altına alınıyor…
Galiba yapımcılar dengelemek istemiş olacaklar ki, “Doktor”u da o sırada başka bir köşede can çekişmekte olan bir asker sırtından vurarak öldürüyor.
“Doktor” suratını asla göremediğimiz bir mistik karakter olarak filmdeki rolünü tamamlıyor. Sırtından vurulmuş ama düşmanının yüzüne bakıp, alnından vurmuş biri olarak.
Gün ağardığında ise çatışma sona eriyor, karakol harap, sadece bir iki asker sağ olarak gözümüze çarpıyor. İşte filmin propagandasının manifesto sahneleri ile karşı karşıya kalıyoruz.
İlker Başbuğ'un , "Atatürk büstü ile ilişkisi"nden dolayı çok etkilendim" dediği asker, bir tarafa fırlamış olan büstü kucaklayıp seke,seke yamaçtaki kaidesine doğru taşımaya başlıyor.
Bu arada karakolda görevli teğmenlerden biri yaralı olarak yerde kıvranan teröristin başına dikilip ateş edip etmemekte tereddüt ettiği noktada; terörist doğruluyor, kararlı ve onurlu gözlerle teğmene dik, dik bakıyor ve teğmen doğrulttuğu silahı kullanmaktan vazgeçip, büstü taşıyan askerle birlikte tükenmiş bir şekilde kaidenin mermerine oturuyor.
Ölü terörist kahramanlaştırılıyor. Son sahnede; kucaklarında tuttukları Atatürk büstü ile bir zamanlarda büstün bulunduğu kaidenin mermerine çaresizce oturmuş iki Türk askerini ve onların önünde destansı ve kahramanca bir pozla ölmüş teröristi görüyorsunuz.
Bayrak propagandası ise müthiş,,, TC devleti TSK sanki karakola bayrak göndermiyormuş gibi, aciz bir Ordu görüntüsü altında sergileniyor.
Arkadaki gönderde dalgalanan bayrak ise bütün film boyunca olduğu gibi yırtık bir şekilde dalgalanıyor. Telsizden bol, bol propaganda yapma fırsatı bulan “Doktor"un yırtık bayrak hakkında da bir çift sözü var:
"bizim buraların rüzgarına o bayrak dayanmıyor değil mi komutan"
Bizimkilerin sürekli yırtılan bayrak sorununa bulabildikleri çare ise, nasıl dikeceklerini bilemedikleri bayrağı "komutan emretti" diye dikmeye çalışan askerler ve tam da nasıl olduğu anlaşılmayan bir şekilde çarşafları çaya banıp yeni bayrak yapmak.
Filmde “kürt açılımı” unutulmamış. Açılıma uygun sahneler gözden kaçmıyor. Kürt askerin telsizden annesiyle Kürtçe konuşması; Türk ve Kürt askerin bayrağı birlikte göndere çekerken Türk askerin Kürt arkadaşına söylediği Kürtçe türkünün anlamını sorması gibi sahneler izleyiciye adapte edilmeye çalışılıyor.
Türk-Kürt kardeşliğine ve diyologlara diyeceğimiz yok. Burada PKK'nın propagandası yapılması beni ilgilendiriyor.
"Nefes" ustaca kurgulanan sahneleri ve dili ile PKK'yı Türk Ordusu; teröristi Türk subayı ile eşleştiriyor. Seyircisine ise; sinirlerine hakim olamayan, çaresiz, beceriksiz ve amatör bir Türk subayı aracılığı ile teslimiyet ve çaresizlik tohumu aşılıyor.
Bu yönü ile nefes "açılımın" kapanış sahnesi.
İşte en can alıcı nokta Türk askeri umutsuzca Atatürk'ün büstünü tepenin yamacında yuvarlandığı yerden tekrar tepeye taşımaya çalışırken; ölü de olsa PKK militanı zafer dolu bir duruşla büstün olmadığı kaidenin önünde poz veriyor.
Komando komutanın tek bir kurşun atamadan şehit olduğu, neredeyse bütün birliğin karakolun içinde telef olduğu baskın filminin ardından TV’lerde izleyiciye görüşleri sorulduğunda ; "bulut sahneleri çok iyi, bulutları çok iyi kullanmışlar" diyor.
Bulutları bilmem ama sinemayı, sinema dilinin propaganda gücünü ve bundan bihaber olanları çok iyi kullandıkları kesin.
EY TÜRK HALKI !
Türk askerinin ve şanlı TSK’ni ayaklar altına alan bu “ NEFES” filmini
alkışlamayın ve alkışlatmayın !"
Yılmaz Süzen
"“NEFES” adlı filmde Türk askeri ve Türk Ordusuna karşı sinsi bir propaganda var. Üst düzey komutanlar da bu propagandayı gör(e)medikleri gibi bir de reklamına alet oluyorlar.
Yine üst düzey komuta merkezi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in oğlu Tolga Örnek'in “Gallipoly” filminin galasına katılmışlar ve çıkışta öve, öve bitirememişlerdi.
Film gösterime girdiği zaman bir izledik ki; Çanakkale'yi anlatan belgesel tadındaki filmde Türk askerinden eser yok, İngiliz askerleri ise yere göğe sığmıyor. İzleyen; İngilizler oraya piknik yapmaya geldi , bizimkiler de onları hunharca katletti havasına kapılıyor. Zaten İngilizler de bu değerli propagandanın farkına varmış olacaklar ki, Tolga Örnek'i , sponsoru Ferit Şahenk'le birlikte İngiltere'de ağırlayıp, oradaki galasını da üst düzey katılımla gerçekleştirdiler.
Son günlerin çok tartışılan filmi Nefes'i de; Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un film çıkışında filmi öven görüntülerini izledikten sonra kuşkuya kapıldım. Neden mi? Film hakkında hem olumlu, hem olumsuz eleştirileri okumuş ve kararsız kalmıştım.
NEFES’teki filme Türk sinema’sımı imajı ile baktığınızda, kalite bakımından çok güzel, ilk yarısı gereksiz görüntü ve diyologlardan uzak, gerçekçi diyologları ile doğa ile insanı mükemmel derecede kullanmış, profesyonel kamera teknikleri hemen göze çarpıyor. Bu özellikleri ile izleyiciyi 2. yarıya hazırlıyor ve izleyiciyi 2. yarı için izleme kıvamına getiriyor.
Filmi sevmeye ve izleme heyacanına kapılıyorsunuz. Kısaca 2. yarıda verilmek istenen konuya izleyici adapte ediliyor.
İşte film tam da o noktada propaganda yönüne sizi ustaca çekiyor. Hiç anlamadan ve hissetmeden bir anda görüntü hiyerarşisi içinde kendinizi kaybediyorsunuz. Yönetmenin sinsice ve ustaca propaganda görüntüsü içinde kalıyorsunuz.
İşte propaganda başlıyor !
Film boyunca dağ başındaki bir iletişim istasyonu ve karakolu korumakla görevli Türk ordusunun komando subayı ile “Doktor” lakaplı bir teröristin telsiz üzerinden birbiri ile ağız dalaşı yapıp, küfürleşmesi üzerinden bir gerilim yaratılıyor.
Bu gerilimde şunu görüyorsunuz, “Doktor’un sevgilisi olduğu anlaşılan kadın teröristin kurulan pusuda yaralanması ve karakola götürülmesi sonrasında neredeyse iki erkeğin “karı-kız” kavgasına dönüşüyor.
Hiçbir TSK’ Subayı,Astsubayı,Uzman personeli ve Askeri bu şekilde diyolog içerisine girmez. Telsiz konuşmalarına dikkat edin. Öğle bir propaganda zincirinin içerisine çekiliyorsunuz’ki Bir tarafta yüzbaşının evde bekleyen karısı, diğer tarafta film boyunca yüzü asla gösterilmeyip gizemli bir mistik karakter olarak tutulan “Doktor”un sevgilisi terörist.
Buradaki propaganda açık ve net, PKK sempatik gösterilmeye çalışılıyor. TSK komuta zincirinde olan personel, görev aldığı yerde teröristi duygusal anlamda kendine rakip almaz.
En önemlisi, fark ettiyseniz, karakolun güvenliğini güçlendirmek yerine karşısındaki teröristi duygusal olarak muhatap alıp, kafayı gittikçe daha fazla “Doktor”dan intikam almaya takan bir ruhsal portre ile karşı, karşıya kalıyorsunuz.
Resmen çirkince Türk subayına ve Türk askerine aşağılayıcı saldırıdır. Türk subayı değince bir inceleyin bakalım, TSK’da bir subay kaç yılda ve sene sonra kıtaya katılıyor. En önemlisi kıta görevinde olan bir subay portresinde TSK’da böyle aciz ve korkak insan göremezsiniz.
“Doktor” ile karakol komutanı arasında geçen telsiz konuşmalarında ; “Doktor”a tanınan propaganda şansı ise en yukarılara tırmandırılıyor.
Bir tarafta “domuz gibi dağlarda yaşıyorsun, niye okuyup köyünde doktor olmadın” diyen bir subay; diğer tarafta; "bu dağlar benim, senin üniversitende okuyacağıma, kendi dağımda özgür yaşarım" diyen bir “Doktor”.
Bu profesyonel subay ile; yaralı olarak karakola getirilen kadın teröristi öldürmesine engel olmaya çalışan halktan asteğmen doktor arasındaki diyalog ise çok düşündürcü ? Adeta milletinden özür dileyen ve yargılanmaya hazır bir asker portresini seyircinin gözüne sokuyor. Bu neden yapılıyor ? Filmi izlemeye devam ediyoruz…
Yalınayak hazır olda bekleyen asteğmeninin yanına postalları ile gelip, gün içinde aralarında yaşanan olaydan dolayı bir tür günah çıkarma gibi gözlerimize sokuluyor. Subayımız aynen şu sözleri sarfediyor:
“Bu savaşın adam öldürerek kazanılmayacağının ben farkında değil miyim zannediyorsunuz ama ben burada bu savaşı kaybedersem, siz de İstanbul'da, Ankara'da kaybedersiniz. Biliyorum beni yargılayacaksınız, yargılayın. Her savaş sonunda biter”
Mükemmel derecede ve ustaca bir savaşı veya olguyu kaybettirilmiş gibi konuşturuluyor. Türk tarihinde hiçbir subay bu derece konuşmaz. O Türk subayıdır. Okul yıllarında ona “VATAN İÇİN ÖLMEK, VATAN İÇİN HİZMET AŞKI ÖĞRETİLMİŞTİR. “ Bu çember dışında olmak Türk subayı için geçerli değildir.
Filmimizi izlemeye devam ediyoruz.
Subayımızın, ustaca kurgulanmış bu teslimiyet sözleri seyircinin (Millet) bilinçaltına ve görsel hafızasına da bir kaybedilmişlik hissi aşılıyor.
Filmin en çarpıcı sahneleri ise sona saklanmış; karakolun basıldığı anlara.
Eğer bu filmi PKK veya finansörü güçlerden biri çekseydi, bir karakol baskını sahnesini ancak böyle çekebilirdi.
Komandolardan oluşan birlik; günlerdir “Doktor” ismi ile özdeşleştirilen ve karakter olarak ona yakıştırılan teröristin “geleceğiz” yolundaki tehditlerine rağmen baskın saldırıya uğruyor. ve bütün askerler doğru düzgün karakolun dışına bile çıkmayı başaramadan, karakolun içinde teker, teker dramatik sahnelerle şehit oluyorlar.
Yuh diyorum artık yaaa ! Bu kadarına da pes doğrusu, akla ve mantığa aykırı bir senaryo,
Bu senarist ve yönetmenler bir gün uzak bir karakolda misafir olsalardı, veya çok uzak değil Edirne’de bir sınır karakoluna misafir olsalardı, bir karakol nasıl korunur, Subayı, askeri nasıl yaşar, en kritik zamanlarda harekat emirlerini nasıl uygularlar görürlerdi….
Unutmadan...
Filmin fragmanlarındaki o meşhur "öldün sen" sahnesi filmin bütününde daha bir anlam kazanıyor. Filmde askerler ölüyor; şehit olmuyor. Karakola gelirken yolda iki şehit veren birliğin komutanı Tugay'a rapor verirken, "ölülerimizle birlikte şu kadar kişiyiz" şeklinde konuşuyor. Tüh Allah belanızı versin sizi, hiçbir komutan emri altında askerlere veya personeline öldükten sonra ölü demez, dememiştir zaten…Başbakan Recep Tayip Erdoğanlığa özenmişler galiba ! …
Gelelim karakolun baskın sahnesine...
Günlerdir ; "yakınındayım, gelip senin kafana sıkacağım" şeklinde tehditler savuran Doktor, sanki beraberinde ABD hava kuvvetlerinin desteği varmışcasına ortalığı tozu dumana katan bir ateş gücü ile saldırmaya başlıyor.
Komando eğitimli askerlerimiz ise ya pencereden giren kurşun ve RPG'lerle şehit oluyor , ya da bir köşeye sığınıp, pencere veya kaya kenarlarında ateş etmeye çalışıyorlar.
İnanın yoktur böyle bir karakol savunması,,,yemin ediyorum yoktur. Eğitimli Komando askerleri bu şekilde savaşmaz. Bakın gözbebeğimiz Bolu,Kayseri Manisa Komando Tugaylarına, askerlerimiz nasıl eğitim görüyor? Nasıl mücadele şartlarından geçiyorlar. Kolay değildir “O MAVİ BEREYİ TAKMAK” O mavi berenin anlamını bildikleri içinde bu kadar aşağılayıcı bir şekilde askerimizi küçük düşürüyorlar.,,, Şimdi bir karakol savunması hakkında buradan yazmak istemiyorum. Ama askerlik yapanlar anlayacaklardır. Bir karakolun savunası için olmazsa olmazı savunma mevziileridir…
Neyse devam edelim. Ve en önemlisi; bütün film boyunca “Doktor”a telsizden meydan okuyan komutan, bütün çatışma boyunca bir köşede gözleri faltaşı gibi açılmış, çevresindeki askerleri tek, tek düşerken olan biteni seyrediyor. Şaka değil...kafasını çıkarıp dışarı tek bir kurşun bile sıkamıyor. Askerini yönetip sevk ve idare edemiyor. Askerini sevk ve idare edemeyen Türk Subayı yoktur...Yemin ediyorum TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDE böyle bir subay çıkmaz…!
İşte şimdi şu noktaya iyi bakmanızı istiyorum...
O karakola, askerlerinin başına çuval geçirenleri Genelkurmay'da ballı börekli ağırlayan Hilmi Özkök'ü bile koysanız, o çatışma ortamında askerlerinin önünde yer alır, arkasında değil. En uyumlu Türk generali bile, kurşun kapıya dayandığında özüne döner.
Fakat filmdeki komando subay; bütün karakol çatışması boyunca bir köşede olan biteni faltaşı gibi açılmış gözlerle izliyor. Ve sonunda yaralı bir şekilde bir köşede kıvrılmış “Doktor”'un karakola girmesini bekliyor ve orada da “Doktor”a değil, duvardaki gölgesine sıkıyor.
Tabancasının kurşunları bittiğinde, yaralı komutanı duvar dibinde üzerine gölge olarak çöken “Doktor”a bakarken görüyoruz.
Türk Ordusu'nun komando subayı filmde tek kurşun bile atamadan, tepesine gölge olarak çöken “Doktor”un alnının ortasına sıktığı bir kurşunla şehit oluyor.
Kayseri Hava İndirme Tugayı, Bolu Komando Tugayı, Isparta Dağ Komando Okulu şanlı şerefli birlikler nasılda rencide edilerek ayaklar altına alınıyor…
Galiba yapımcılar dengelemek istemiş olacaklar ki, “Doktor”u da o sırada başka bir köşede can çekişmekte olan bir asker sırtından vurarak öldürüyor.
“Doktor” suratını asla göremediğimiz bir mistik karakter olarak filmdeki rolünü tamamlıyor. Sırtından vurulmuş ama düşmanının yüzüne bakıp, alnından vurmuş biri olarak.
Gün ağardığında ise çatışma sona eriyor, karakol harap, sadece bir iki asker sağ olarak gözümüze çarpıyor. İşte filmin propagandasının manifesto sahneleri ile karşı karşıya kalıyoruz.
İlker Başbuğ'un , "Atatürk büstü ile ilişkisi"nden dolayı çok etkilendim" dediği asker, bir tarafa fırlamış olan büstü kucaklayıp seke,seke yamaçtaki kaidesine doğru taşımaya başlıyor.
Bu arada karakolda görevli teğmenlerden biri yaralı olarak yerde kıvranan teröristin başına dikilip ateş edip etmemekte tereddüt ettiği noktada; terörist doğruluyor, kararlı ve onurlu gözlerle teğmene dik, dik bakıyor ve teğmen doğrulttuğu silahı kullanmaktan vazgeçip, büstü taşıyan askerle birlikte tükenmiş bir şekilde kaidenin mermerine oturuyor.
Ölü terörist kahramanlaştırılıyor. Son sahnede; kucaklarında tuttukları Atatürk büstü ile bir zamanlarda büstün bulunduğu kaidenin mermerine çaresizce oturmuş iki Türk askerini ve onların önünde destansı ve kahramanca bir pozla ölmüş teröristi görüyorsunuz.
Bayrak propagandası ise müthiş,,, TC devleti TSK sanki karakola bayrak göndermiyormuş gibi, aciz bir Ordu görüntüsü altında sergileniyor.
Arkadaki gönderde dalgalanan bayrak ise bütün film boyunca olduğu gibi yırtık bir şekilde dalgalanıyor. Telsizden bol, bol propaganda yapma fırsatı bulan “Doktor"un yırtık bayrak hakkında da bir çift sözü var:
"bizim buraların rüzgarına o bayrak dayanmıyor değil mi komutan"
Bizimkilerin sürekli yırtılan bayrak sorununa bulabildikleri çare ise, nasıl dikeceklerini bilemedikleri bayrağı "komutan emretti" diye dikmeye çalışan askerler ve tam da nasıl olduğu anlaşılmayan bir şekilde çarşafları çaya banıp yeni bayrak yapmak.
Filmde “kürt açılımı” unutulmamış. Açılıma uygun sahneler gözden kaçmıyor. Kürt askerin telsizden annesiyle Kürtçe konuşması; Türk ve Kürt askerin bayrağı birlikte göndere çekerken Türk askerin Kürt arkadaşına söylediği Kürtçe türkünün anlamını sorması gibi sahneler izleyiciye adapte edilmeye çalışılıyor.
Türk-Kürt kardeşliğine ve diyologlara diyeceğimiz yok. Burada PKK'nın propagandası yapılması beni ilgilendiriyor.
"Nefes" ustaca kurgulanan sahneleri ve dili ile PKK'yı Türk Ordusu; teröristi Türk subayı ile eşleştiriyor. Seyircisine ise; sinirlerine hakim olamayan, çaresiz, beceriksiz ve amatör bir Türk subayı aracılığı ile teslimiyet ve çaresizlik tohumu aşılıyor.
Bu yönü ile nefes "açılımın" kapanış sahnesi.
İşte en can alıcı nokta Türk askeri umutsuzca Atatürk'ün büstünü tepenin yamacında yuvarlandığı yerden tekrar tepeye taşımaya çalışırken; ölü de olsa PKK militanı zafer dolu bir duruşla büstün olmadığı kaidenin önünde poz veriyor.
Komando komutanın tek bir kurşun atamadan şehit olduğu, neredeyse bütün birliğin karakolun içinde telef olduğu baskın filminin ardından TV’lerde izleyiciye görüşleri sorulduğunda ; "bulut sahneleri çok iyi, bulutları çok iyi kullanmışlar" diyor.
Bulutları bilmem ama sinemayı, sinema dilinin propaganda gücünü ve bundan bihaber olanları çok iyi kullandıkları kesin.
EY TÜRK HALKI !
Türk askerinin ve şanlı TSK’ni ayaklar altına alan bu “ NEFES” filmini
alkışlamayın ve alkışlatmayın !"
Yılmaz Süzen
0 yorum:
Yorum Gönder