25 Şubat 2009 Çarşamba

Pheobus & Boreas...



Geçtiğimiz cumartesi için çok yoğun, bir o kadar da - kendimce - keyifli program yapmıştım. Sabah annemle beraber Bahçeşehir'e pazara gidecektik. Öncesinde Zilli'yi bıcıbıcıya bırakacaktık. Sonra da ablama gidip 1,5 aylık hasretimize son verecektik. Sonra da akşamki arkadaşımızın nişanı öncesi kuaföre yetişecektim. Lakin Murphy denilen sanal şahsiyet bir kez daha devreye girdi ve cuma akşamüstü saat 16,45'te, patron, cumartesi günü ağırlanması gereken misafirlerimiz olduğunu, adamcağızın eşi ile birlikte geldiğini ve mümkünse sabah 10.00'da otellerinden alınarak, tarihiyarımada turu yapmak istediklerini söyledi. Elbette emir demiri kesti ama ben en hafif ifade ile yıkıldım. Kısacık sürede bütün programlarım ve Zilli'nin banyo randevusu iptal edildi, ertesi gün için ayarlamalar yapıldı.

Cumartesi sabahı, bizim ihtiyarlar heyetinin profesyonel rehber üyesi abimle beraber yola çıktık. Hava "soğukluğu" -1'lerde dolaşırken misafirleri önce Sultanahmet Camii'ne, oradan da Ayasofya'ya götürdük. Şansımıza hanım çok ilgili ve kısmen de bilgiliydi. O sordu, bizim ihtiyar anlattı, o sordu bizim ihtiyar anlattı, bitmedi de bitmedi. Havada Teodora'nın hayatı, 4.Haçlı seferi, 12.yüzyıl öncesi mozaik sanatının sonraki döneme göre ne kadar yavan ve yüzeysel uygulandığı gibi konular uçuşuyor. Normalde çok keyif aldığım konular o soğukta gittikçe ağırlaştı da ağırlaştı. Halimi görseniz ağlardınız. Kendimi Kapalıçarşı'ya zor attım. Havuzlu'da içtiğimiz tavuk çorbası beni biraz kendime getirdi ve devam edebildim. (Evet Miniş, kulaklarını çınlatarak beğendili döner de yedim :)))

Orada günün geri kalanı için program yaparken, hanım gümüş, tercihen antika küpe almak istediğini söyleyince direkt Bedesten'e gitmeye karar verdik. Hayır, kendim için hiç bişey istemiyordum :)))

Bedesten'de karı koca bir dükkanın önünde takılırken biz de ihtiyarla diğer tarafataki bir tanenin önünden geçerken gördük asılmakta olan tabelayı. "Phebus" Bi yerden hatırlıyorum ama yok çıkmıyor. "Ne demek?" diye sorduk. Sanat Tanrısı'nın adı dediler. Ay bişi yanlış geliyor ama bulamıyorum. Neden sonra aklıma geldi.

Biz lisedeyken ("High School" deyince kocam kızıyor da :) ingiliz edebiyatı dersinde okuduğumuz, Traditions in Litrature diye, ansiklopedi gibi bir kitabımız vardı. O kitapla biz, önce edebi kavramlardan başlayarak edebiyatın ingilizce karşılığını öğrendik, sonra da sırasıyla bunların şiir ve düz yazı uygulamalarını gördük. Sonra da yunan, rus, ingiliz gibi dönem ve tarzları okumuştuk. İşte orada okuduğum hikayelerden biriydi bana bu kelimenin çağrıştırdığı ve bu yazıya adını veren. La Fontaine'in Pheobus&Boreas'ı. Hikaye, Güneş Tanrısı "Pheobus" ile Rüzgar Tanrısı "Boreas'ın" girdiği iddia ile, iyi niyet ve nezaketin, her zaman kötülük ve zorbalıktan daha iyi olduğunu fabl tekniği ile anlatıyor.

Ben diyorum Pheobus, Güneş Tanrısı, adamlar iddia ediyor Sanat. Pazartesi dükkana gelince biraz araştırma yaptık ve esasında hepimizin aklı olduğu çıktı ortaya.

Phebus veya Pheobus, Oliympos Tanrıları içinde güzel sanatları ve güneş ışığını temsil eden Apollon'un, latince ismiymiş.


* "Pheobus &Boreas", Gustav Moreau...

0 yorum:

Blog Widget by LinkWithin

Etiketlerim..

...

"Hayat, özellikle, yazılanları okumak, çekilenleri seyretmek ve tabii ki pişirilenleri yemek için çok kısa, biraz koşmak lazım... "
myspace graphics

Free Counters

Hayatın İçinden...

 

Divitim... | Creative Commons Attribution- Noncommercial License | Dandy Dandilion Designed by Simply Fabulous Blogger Templates